Lavinya Dergisi

(F)ARKLILIKLARIN (B)ELİRTİLERİ...
Mehmet YILDIRIM

Ben zerre koymamışken ağzıma bu meretten, Neden bu kadar sarhoşum şehrinde, Aşkından mı? Yoksa vuslata kavuşmayan bakışlarından mı?

Diyelim ki bilmeden, anlamadan, dinlemeden sevdin. Ama nasıl? Sevmenin de bir sürü çeşidi var değil mi? Güzel mi? Tutkulu mu? Normal mi? Romantik mi? Çok mu? Kıskanç mı?... Hayatta geldiğini göremediğimiz şeyler var. Bunlar herhangi bir yaşımızda yahut herhangi bir anımızda karşımıza birdenbire çıkar ve gözüne ışık tutulan tavşan gibi kalırız yolun ortasında. Daha önce karşılaştığımız bir şey olsa da yine de nasıl davranacağımızı bilmeden öylece seyre dalarız olup biteni. Acısıyla tatlısıyla kabul ederiz, yaşamaya yaşatmaya çalıştığımız bir şeymiş gibi içimizde besleriz bu sevgi denen duyguyu. Bilirsiniz herkese karşı beslenmeyecek bu duygunun asıl muhatabı geldiğinde değerlenir bu duygu. Onun elinin dokunduğu yerde tohumlanır, filizlenir, belirir... Çünkü aşk tek kişiliktir ve tek kişi olamamış her aşk aslında birer yarım bırakılmış roman kitabıdır. Roman kitaplarını ilk kez okuyorsanız yarıda bırakma sebepleriniz az ve öz olur. Çünkü hem kitaba olan merakınız hem beslediğiniz sevgi hem de okumayı istediğiniz bir roman olması öylece yarı yolda bırakmanızı engeller. Aşkta tıpkı roman gibidir. Her şeyini merak etmekle başlar. Sonra merakın büyüttüğü sevgi filizlenir. Sonra o filiz tüm ihtiyaçlarını istediğini söyler. Yarı yolda bırakılmayacak, dönülemeyecek nedenlerdir bunlar. Bir de bütün bunlara rağmen yarısında bırakılan romanlar olur, yarısında yitip giden sevdalar... Neyse ki biz sevginin nasıl olduğuna değer verenlerdeniz. Öyle ya olur olmaz her şey sevgi değildir. Adını sevgi koydukları çoğu şeyin birer heves olmaktan öteye geçmediğini anladıklarında yolun yarısından dönmüş oluyorlar zaten. Oysa sevmek renklerle sevmek gibidir bazen. Sarısı vardır sevmenin, bir de yanına yakışan laciverti. Öyle ki ömrü boyunca bir lacivert arar durur, sarıya tutkulu bir kalp. Çünkü sarının yanına en çok laciverte tutkulu bir kalp yakışır. Sevmek bazen bir hayvana benzer. Kaba bir benzetme olduğu anlaşılan cümleden sonra söyleyeceğim isim ise ne kadar naif ve ürkeklikten geldiğini gösterir. Evet sevmek bazen hayvana benzer çünkü öyle ürkektir ki seven bir kalp buluttan nem kapar, yağmur döküverir bedeninin kurak topraklarına. Dokunmaya kıyamaz bir duyguyla saklar en derinlerinde ve yine öyle ince ayarlıdır ki bağlandığı ipler sanki dokunsan kopacak gibi. Sanki kafesi açık bir kanaryayı kaçırmamak için yavaş yavaş, sakin ve ürkütmeden küçücük pır pır atan kalbini, onu tüylerine dokunarak sevmek gibidir sevmek bazen. Yine kanaryanın rengi sarıdır, şansı varsa eğer kanatlarında lacivertin tonları. Göze hitap ettiği zannedilen bu renkler aslında birbiri için atan iki kalbi temsil eder kanaryanın üzerinde. Sevmek bazen çıkışı olmayan bir mekana bodoslama dalmak gibidir. Nasıl çıkacağını bilir misin? Hayır. Çıkmak ister misin? Hayır. Çünkü sevmek şehrinin kapısında "buradan çıkış yok" uyarısı yazar. Çünkü sevmek öyle kolayca girip gezeceğin, tozacağın bir şehir, bir köy, bir yer değildir. Bir girdin mi bir daha çıkamayacağın bir çukur, bir duygu, bir mabeddir insana. Uğruna besteler yapılır bu renkli sevdaların, heyecanlar beslenir iki insanın koynunda. Öyle ki yeri gelir üzer ansızın, yeri gelir mutluluğa boğar bir hareketiyle. Velhasıl bazı sevmeler sarıyla lacivertin birbirine yakıştığı gibi yakışır iki kalbe. Öyle bir bağdır ki bu renklerin tutkusu bir romanı okuyup okuyup başa sardırır. Kitabın aynı yerinde ilk defa gibi hüzünlendirir yine ilk defa gibi sevince boğar. Dönüp dönüp baştan seversin. Çünkü bir sarı kalbin yanına bir lacivert kalbin gelmesi tutkuyla bağlanmış kalplerin en sağlam gönül bağıdır dünyaya...