Lavinya Dergisi

GÜNLERDEN SOBALI PAZARDI...
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Günlerden sobalı pazardı. Sobalı pazarlar değişmezdi ve hiç sevilmezdi o pazar akşamları... Eski bakır güğüm kaynardı fokur fokur. Sonra bir kestane ya da mandalina kabuğu kokusu sarardı evi. Sobanın demir askılıklarına asılmış mavi önlükler vardı. Koca leğen gelirdi salondaki sıcağa. Dans ederlerdi sanki ateşle ve birbirleriyle. Hızlıca maşrapa ile su dökülürdü saçlara. 'Anne yandım!' bağırtısına ilk tepki yeni bir sıcak su dalgası ile gelirdi tepeden. 'Sus!' demekti bu. Sus ki sırada kardeşlerin var. Yarı yanarak, yarı donarak yapılırdı banyolar... Saçlar tek örgü, sıkıca örülürdü. Çantalar, ödevler son bir kez kontrol edilirdi. Başlanırdı “Bizimkiler” izlenmeye...'Cemil koş'...
Bizimkiler izlenirken tüm aile, çaydanlığın cıs, cıs sesleri ile mis gibi ıhlamurun kaynadığı kanısına varırlardı. Elde cam bardaklar, çay kaşığı sesleri ile çınlardı oda. Sevilmezdi ekşi gelirdi tadı, ama şifaydı. Öyle bilinirdi. Ertesi gün beslenme çantamızdan hangi yiyeceğin çıkacağını düşünürken inceden inceden. Soba sıcağında yapılan şekerleme 'yatma vakti çocuklar' cümlesi ile yarım kalırdı. Koşulurdu yün yorganların altına üff, püfff sesleriyle. Çünkü günlerden sobalı pazardı. Sabah okul vardı. Tepeden dökülen maşrapanın kâh sıcağı, kâh soğuğu geçmemişti. Saçlar sıkı sıkı örgü yapılırken acımıştı. Ihlamur zorlama ile içilmişti. Dizi daha bitmemişti... Sayılacak koyun yoktu.
Başka pazar, sobalı pazar, pazarlar, mevsimler, yıllar böyle aynı düzende geçmişti... Takvim yaprakları acımasızdı. Günlerden artık sobalı pazar değildi. Biz büyümüştük. Soba yerini başka ısıtma şekillerine teslim ederken törensiz. Ne kestane kokusu, ne mandalina kabuğu kokusu kalmıştı. Leğenle maşrapa kol kola hangi kuytuya atılmıştı? Okul bitmişti. Yün yorganlar gitmişti. Bizimkiler, çoktan sona ermişti. Ne beslenme kalmıştı ne de mavi önlük. Ohhh kurtulmuştuk!
Uzun zamandır günlerden sobalı pazar değildi. Artık özgür olunduğu, modernleşildiği, bireyleşildiği fikri sabitti... Lakin kulaklarda sesler vardı, keşkeler...
Aksini fısıldıyorlardı.  'Ah bir soba olsaydı, yamacında ısınsaydım.' diyordu biri... Sonra bir diğer ses, 'Okul günlerime geri dönebilseydim.' Sonra bir diğeri 'Annem yanımda olsaydı, bir ıhlamur kaynatsaydı.' Susmayan sesler ve cümlelerdi bunlar. Aynı anda yürekte sızlatıyorlardı. Ofislerde, yerden ısıtmalı bilmem kaç metre kare evlerde, son model arabalarda, alışveriş merkezlerinde, bowlingde, meditasyon derslerinde hiç susmuyorlardı. Sahi maşrapa ve leğen dahi özleniyordu... Mümkün değildi belki o günlerle kavuşmak ama özleniyordu işte. Sevilmeyen o pazarlar huzur veriyordu şimdilerde. En azından yaşanmışlardı. Bakınca şimdiki pazarlara, onlarda ne soba sıcaklığı vardı, ne ıhlamur, ne güğüm, ne de bizimkiler... Yün yorganları da yoktu. Koyunlar hala gelmemişti otlaktan. Zaten artık hiç otlak kalmamıştı. Ama onlar vardı. Hafızalarda vardı. Yaşanmışlardı... Günlerden sobalı pazardı...