Lavinya Dergisi

GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ BU BENDEKİ AŞK OLMASA…
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

- Çiçeğe yatmadan önce anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan. Cümlelerinin sahibi Âşık Veysel, babasının ona oyalanması için aldığı bağlamayla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. 1930 yılında Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile Kutsi Bey tarafından düzenlenen bir şairler gecesinde tanıştı. Kutsi Bey tarafından verilen destek ile birçok ili dolaşmaya başladı. Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yaptı. Daha sonra maaşa bağlandı. Başarısının sırrı neydi? İyi niyet, hoşgörü, dili ustalıkla ve yalın bir biçimde kullanması elbette en önemli unsurlardı. Sevmenin ve sevilmenin güzelliğini anlattı. Bağlamasıyla türkülerini yediden yetmişe sevdirdi. Dinleyen herkes bugün dahi düşündü ve düşündürdü. Derdine sazını ortak etti. Tüm zamanların en büyük ozanlarından biriydi. Doğaya, insanlığa, hayata dair sitemleri ince ince işledi. Yaşama sevinci ve hüzün, iyimserlik ve umutsuzluk eserlerinde en çok görülen temalardı. İç içe zıtlıklar kullandı. Nesilden nesille aktarılan “Uzun ince bir yoldayım. Gidiyorum gündüz gece…” dizeleri gönüllere taht kurdu. “Dost dost diye nicesine sarıldım. Benim sadık yârim kara topraktır…” cümleleri kulakları doldurdu. “Çok yalvardım, çok yakardım. Uyanmadı kara bahtım…” şiiri efkâra doydurdu. “Seversin alırsın, karın olur. Seversin, alamazsın, karasevdalın olur...” tespiti nice âşık için ilham oldu. Onun aşk hikâyesi de çok duruydu. Veysel’in gönlündeki, iyiliğin özüydü. Belki de gerçek aşk buydu ya da insan olabilmenin yoluydu. Hak yolunda kul olmak ince bir konuydu. Anlatılana göre; Veysel’i yirmi beş yaşındayken köyün en güzel kızlarından biri ile evlendirmişlerdi. Esma Hanım sekiz yıl evli kalmışlardı. Hatta iki kız bebelerinin olup öldüğü de yazılırdı. Derken Âşık Veysel evdeki yanaşma çalışanla karısının kaçağını anlamıştı ama yapacağı bir şey yoktu. Kimse yokken Esma Hanım’ın çorabına biraz para koymuştu. Evden kaçtıktan sonra iki sevgili Bafra’da bir çeşmenin başında serinlerken çorabını aralayınca paraları görmüştü karısı. Bir de not olduğunu fark etmişti. Altı aylık bebesini ve kendisini bırakıp kaçan karısına şöyle yazdığı söylenmişti:

“Al bu para ananın ak sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme.

Bir de güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasa…”