Lavinya Dergisi

KÖKÜNE KİBRİT SUYU
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Ne var bu kibrit suyunda? Dillere pelesenk olmuş yıllar içinde. Hepsine, köküne, topuna diye başlayan basit, bileşik, türemiş kelimeler sıralanır ağızda. Bir nevi sülfürik asit, eski deyimleri incelersek zaç yağı dolanır sayfalarca. Kibritinde Arapça kbrt kökü olan “Kükürt” sözcüğünden alıntı olduğuna ulaşılır ayrıntılı incelenince. Çok eski zamanın sağlık, ilaç, tarım vb. sanayilerinin gelişmemiş olduğu da dip not olarak eklenince, kibritin ucundaki maddenin zehirli otları, bitkileri kurutmak için kullanıldığı bilinmekte. Çözüm, kutularca kibriti kaynayan kazanlarda fokurdatmak ve elde edilen kloratlı suyu köklerine boşaltmakta. Zaman deyimi evirmekte, çevirmekte. Zehirli otlara, bitkilere yapılan bu ilaçlama şekli gündelik hayatta gündeme gelmekte. “Kökü kurusun!”, “Yok olsun!”, “Bıktım usandım!” anlamlarında çeşitli ilenme sözcükleriyle birleşmekte. Dönüşüm insanoğlu kötü mü diye düşündürmekte! İyilik veyahut kötülük barındıran ruh aynı terazide. Kim huzur içindeyken böyle sözcükler sarf etmekte? Dili hangi etkenler o noktaya getirmekte? Telaffuz eden mi suçlu? O noktaya getiren mi masum? Hata kimde? En duyarlı yerinden, bilinen kırmızı çizginden, konfor alanından, düşlerinden, cebinden, ruhundan çalanlara çözüm için hangi sanayi gelişmekte? Bu durumda istenmeyen köklere yapılan işlem akla gelmekte. Fiziksel olarak yapılamasa bile dile yerleşmekte. Belki fısıltılı veya haykırarak uzaklaşmaları istenmekte. Kibrit suyu sen misin çare? Zehirli bitkiler gibi aslında insanlarda ayıklanabilmekte. “Sorun çıkmasın!” diye sorunu çıkaranlara verilen taviz, gönülde kaynayan kazanları tetiklemekte. Sınır çizmenin paspas olmaktan çok daha becerikli bir yeti olduğunu beyin bilmekte. İş o ki uygulamaya geçememekte. Birçoğunun yaptığı kocaman hataların üstünü örtüp, başkalarının küçük bir yanlışını duvara asması, hatta altın yaldızla çerçeveletmesi şaşırtmamakta. Tahammül edildikçe kötü azmakta. Adalet günü er ama geç gelmekte. En çok merhamet edilen, ilk merhamet edenden vazgeçmekte. Haklılığı bilinen cananlardan daima sabır beklemek niye? Hayat dediğin belki üç gün, hüner önce ben-biz diyebilmekte. Kelebek misali uçabilmekte. Ey insanoğlu düşün kimler seni “Köküne kibrit suyu.” noktasına getirmekte? Sonra geri çekilmekte? İçin neleri biriktirmekte? Bol ateşte ya da kuru közde kutularca kaynattığın kibrit, hangi zamanı beklemekte? Dök gitsin köklerine!