Lavinya Dergisi

BİR ÖYKÜNÜN AŞKI…(3)
Mehmet YILDIRIM

Ben zerre koymamışken ağzıma bu meretten, Neden bu kadar sarhoşum şehrinde, Aşkından mı? Yoksa vuslata kavuşmayan bakışlarından mı?

İçeriden gelen ses bir erkeğe aitti ve sevgilim diye sesleniyordu. Zaman durmalıydı veya akmalıydı deli gibi bir hızla. O an bir şekilde geçmeliydi. Kendini dışarı attı nefes almak istedi. Zorlanıyordu ve kızıyordu kendine. Ne yapacağını bilmiyor yürüyordu sadece. Evinin yokuşu ona sanki on yıl gibi gelmişti. Her şey birbirine karışmış tüm anlamlar anlamını yitirmişti. Onca düşünce onca hayal tek tek aklından geçiyor, geçtikçe her birinde kendine kızıyordu. Evine gelmişti ve hemen bir kahve yapıp balkona çıkmıştı. Oturup bir şekilde kendini bulmalıydı bu girdapta. Nasıl böyle bir şey olabilirdi? O mektubu o bırakmadıysa kim bırakmıştı? Tüm dikkatini mektuba verip yazıya baktı. Tanımadığı bir yazıydı ve farkına yeni varmıştı. İnsan bazen içinden beklediği şey için ufak bir ışık gördüğünde tüm detayları atlıyor ve sadece beklediği şeye odaklanıyordu.

 Peki ya kime aitti bu mektup?
 ‘’ Aşk gittiğin değil gidemediğin kapının önünde açılmasını beklemektir…
’’ Kim yazmıştı bu cümleyi?

Gitgide karmaşıklaşıyordu durum, olmayacak bir hal alıyor, can sıkıyordu. Çözmem lazım bunu diye düşündü önce sonra gelmek isteyen gelir karşıma geçerdi diye söylendi. Artık anlamsızdı mektup ve bir şekilde kapanıp gitmeliydi bu konu. Mektubu yırtıp savurdu rüzgara karşı balkondan. Üst katta bir kadın gözyaşları eşliğinde takip etti yazdığı mektubun rüzgarda savruluşunu. Oysa yıllardır o mektubu yazabilmek o cümleleri kurabilmek için bekliyordu. Yine de bir şekilde cesaret bulup yazmıştı onları. Pişmandı bir yandan, bir yandan hak veriyordu. Nereden bilecekti ki kendisinin yazdığını? Yıllardır içinde sakladığı bu aşk yoruyordu artık bu kadını ve bir karar vermeliydi. Mutlu sonla bitip bitmemesi çokta önemli değildi bu saatten sonra. Düşündü ve gidip söylemek ile kalıp sonsuza kadar susmak arasında kaldı. Alelacele bir kararla gidip söylemek için kapıya yöneldi alt kata indi ve kapıyı çaldı. Adam kapıyı açtığında gözlerine bakıp cesaretini topladı. Ve bir anda söylemişti söylemesi gerekeni…

 ‘’Tuz varsa biraz tuz rica edebilir miyim?’’

 O an sonsuza kadar susması gerektiğini düşündü. Bir umut yoktu ve susmak belki de en doğru olan şeydi. Çünkü kaybetmek istemiyordu. Düşünün kazanmadığınız birini kaybetmek istememek nasıl bir his. Bu girdap onunla yaşamaya devam edecekti.

 Bazen böyledir hayat gözümüzün önünde olup biteni görmeyiz. Bakmakla görmenin aynı olmadığını da böyle anlarız. Bakmak çok farklıdır görmek çok farklı. En yakınımızda bize değer veren insanı görmeyip beklediğimiz içimizde tutup sakladığımız şey olsun diye en ufak bir umut kırıntısına koşarız. Oysa umut hep vardır ve belki de en yakınımızdadır. Kim bilir belki alt katımızdadır… :)