Lavinya Dergisi

KALABALIK YALNIZLIK
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

Kalbin ne zamandan beri kilitli? Anahtarlar nerede ya da şifre kimde? Kalbinin mahzenine en son kimi hapsettin? Şu parmaklıkların ardından bakan kendin misin? Kendini kendin hapsetmişsin. Farkında olmadan ama bile isteye... Kendimiz olamadığımız her an benliğimizi içimize hapsedip bir başkasına dönüşmeye meyilli oluyoruz. İkiye bölünüyoruz hemen, hatta bazen üçe, beşe... Asıl benliğimiz içimizde hep var olarak kalıyor. Ama problem şu ki; biz bu benliği zaman zaman kaybediyoruz hatta bazı zaman bir daha bulamamak üzere ölünceye dek ortaya bile çıkarmıyoruz. Yönetilmeye açık, akışa ayak uydurmaya müsait oluveriyoruz birden. Kendi yörüngemizden çıktığımız an gözümüzü alan en ufak parlaklığı kendi yıldızımız sanıyoruz. Güveniyoruz, her şeyi döküyoruz aynı onun gibi parlamak istiyoruz. Mesela sizi tanıyan birine mi derdinizi anlatmak daha kolay, yoksa hiç tanımadığınız birine mi? Tanımadığımız biri her zaman daha cazip gelir bize, daha parlak. Daha çabuk dökülebiliyoruz çünkü; o gerçek benliğini seni tanıyanlardan daha az bilir. Hemen kendinle seni yüzleştirmez. İlk önce olmak istediğinde yüzleşirsin ve bu her zaman daha kolaydır. Yargılamaz mesela, sebebi bilmez genelde onunla sonuçları konuşursun, kendini iyi hissedersin çünkü uğruna emek vermediğin için kaybetmekten korkmazsın, üzülür mü diye düşünmen gerekmez. Bir de bunun tam aksi var; tanıdığın birine dert anlatmak. İlk önce onun dertlerini dinlemen gerekir ki bu yazılı olmayan bir kuraldır. Sonra belki anlatabilirsin. Seni anlamayacağını göze alarak, yargılanmaya ve yaralanmaya açık olarak... Küçük prens durumu özetlemiştir aslında “insanların arasında da yalnızdır insan”. Hepimiz yalnızız biraz etrafımızdaki kalabalığa rağmen. Bu yüzdendir ki yeni insanlara daha çabuk anlatırız bir şeyleri, biraz da olsa yalnız kalmayıp kalabalıklaşmak adına.