Lavinya Dergisi

KALBİN KAPISINI ARALAMAK
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

İnsanlar öyle şeyler yaşıyorlar ki, Dünya bunlara rağmen niye dönmeye devam ediyor diye düşünmeden edemiyoruz. Zarifoğlu bile “Ne çok acı var.” diyerek başlıyor yaşamanın kitaba dökülmüş haline. Her gün sokaktan yüzlerce hikaye geçiyor. Kimisi sırtında taşıyor yaşadıklarını, kimisi susmuş, hapsetmiş içine acısını. Çoğu zaman anlatmak zor olandır. Susmak, içimizi dökmekten çok daha kolay gelir. Ama birileri size o karanlık kapıyı araladığında nasıl davranırsınız? O karanlığa ışık olmak mı istersiniz yoksa o kapıyı hiç çalmadan yolunuza devam mı edersiniz? Belki iki durumla da karşı karşıya kalmışızdır. Fakat bir gün size birileri öyle şeyler anlatır ki kendinize dert edindiğiniz şeylerden utanır hale gelirsiniz. Herkesin yükü kendine ağırdır ama bazıları artık o yükü taşıyamayıp başka omuzlara pay etmek ister ve o omuzdan biri olarak sizi seçer. O anlattıkça hafifler, siz durulursunuz. Acı bir şekilde gülümsemekten ya da onu anladığınıza dair kafa sallamaktan başka bir şey gelmez elinizden o an. Ama ağzından çıkan tüm sözler sizin kalbinize bir mıh gibi çakılır. Gözlerinden düşen her bir damla sizin denizinize dökülür. O anda onu iyileştirmeyi o kadar çok istersiniz ki bunu anlasın diye onun gözlerinin ta en içine bakarsınız. Orada bir yerlerde kendini bulsun, orada soluklansın istersiniz. Yükünü paylaşacak bir omuz değil, ondaki tüm acının ağrısını çeken bir kalp olmayı bile dilersiniz. İnsan olmanın en büyük sınavı bir başkasının acısını da taşıyabiliyor olmaktır bence. Bir başkasına ilaç olmak insanın en ağır sorumluluklarından biridir. Hele ki kişi kendine bir derman bulamamışsa bu çok daha zor hale gelir. Ama bazen hayat karşınıza öyle insanlar çıkarır ki siz de yaralarla dolu olan kalbinizi çıkarıp onun avuçlarına bırakıverirsiniz. Sonra bir bakmışsınız birbirinizi iyileştirdiğiniz bir liman oluvermişsiniz.