Lavinya Dergisi

BUKOWSKİ VE ÖZGÜRLÜK VE YALNIZLIK
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

“Ve sabahları kimse sizi uyandırmadığında, geceleri kimse sizi beklemediğinde ve ne dilerseniz yapabildiğinizde, buna ne dersiniz, özgürlük mü, yoksa yalnızlık mı?” cümlelerini kaleme almıştır, yeraltı edebiyat akımının öncülerinden Charles Bukowski. İnsanların aslında özgür olmak istemediği, bağlılığın o aitlik duygusuna inandıkları düşünülmekteydi. Hatta birçoğunun özgürlüğü gerçekte sevmediği de yazılıp, çizilmekteydi. Çünkü özgürlük sorumluluk gerektirirdi, bağlılık sevgi. Ruh her ikisinden de korkuyordu belli ki. Gelelim bugüne, çağdaş edebiyat akımlarına ve yeni kuşak aşk oyunlarına. “Bir yastıkta kocayın.” sözüyle büyütülen kuşaklar, bu algıyı yenilere geçiremedi mi? Dans eden bir çift görüldüğünde, yalnızlık bir mahkûmiyettir, düşüncesi; kavga eden bir çift görüldüğünde, yalnızlığın huzur olduğu, tabusuyla mı çarpışma niyetindeydi? Lakin kimi zaman görüntü yanılsamadan ibaretti. Nice kavganın içinde tutku, alışkanlık, rutin hayat tozu gizliydi. Hiçbir anının tek başına yaşanamayacağı gibi! Çoğunluğu idare etmek, birine bağlanmak, bir nebze özgürlük fedası olabileceği gerçeği. Fakat onların en büyük sorunu, tek başına özgürlüğün ruhsuz bir gezegene benzediğini unutmaları değil mi? Yaşamı paylaşacak bir suç ortağı, eşittir tebessüm. Bu denklem asıl formülün kendisi. Edebiyattan rutin akışa bağlanma, milenyum denilen yüzyılda: “Aşka inanmam, takılıyoruz, evlenecek değiliz ya…” caanım aşk şiirlerinden sonra gelinen nokta. Hasretinden prangalar eskitenler var olsa da. Aradığını bulamama, şıpsevdiliği marifet sanma, çeşitli bahanelerle kaçma, çok para, bol elektrik, salt güzellik arama. İyi günde, kötü günde diye başlar, hastalık ve sağlığı dâhil eder oysa. İnsanın bir bağlılık içerisindeki özgürlüğünün konforunu anlayamama! Kimsenin elinde kelepçe yoktu, doğru insanı bulunca. Değişen nesillerin bakış açısı mı? Yoksa dünyaya empoze edilen görsel, işitsel, teknolojik kavramlar mı biraz tartışılsa? Bu yalnızlığın sebebi saçma. Bir ekmeği paylaşmak, yılları devirmek, kusurları kapatmak zor geldi galiba. Özgürüm ben ama gönlüm hovarda. Kimsenin çorabını yıkayamam bu çoklukta! Gece ayazında üstünü örten birinin varlığı! Kıymetlidir söz verebilene ve o sözü tutanlara. Şimdilerde evlilik evcilik oyunu sayılsa da. “Küstüm oynamıyorum! Uğraşamam öf ya, ya daha iyisi varsa?” Aldatmak, tükenmiş aşk sendromu, yılgınlık aile kavramını zedeliyor birçok hususta. Tarifi ne güzeldir. Şu vefa; şimdilerde bir bozacı ismi olarak hatırlansa da. Kim inanır ilk bakışta aşka? Bazı hislerin tarifi ilk çağdan bugüne farklı dillerde ama aynı çevrili o kitaplarda paragrafın giriş, gelişme, sonuç. Evet, evet ne fark eder hangi kısmında? Masallar, anlatılar, düşler, hele o notalar. Kulaklar ve gönüllerde hoş bir seda. Öğüttür, anneannedir, duygudur, kırk yılı anlatır Barış şarkısında:
 
…..Ufacık bir yuva, nohut oda bakla sofa,
 Ama sapasağlam ayakta.
 Çeyiz dedikleri yorgan yastık.
 İki sandık, iki de bohça.
 Gözleri hâlâ dolu dolu oluyor,
 Dedemin adını andıkça…

 Bukowski ve özgürlük ve yalnızlık? Seçim insanoğlunun. Gitsin hele bir geçmişin o tozlu raflarına.