Lavinya Dergisi

HOŞAFIN YAĞI KESİLDİ
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Kurutulmuş meyveler ve şekerli su ile hazırlanan bir tatlıdır, hoşaf. Dilimize Farsça kökenli hoş ab’dan gelmektedir. Tarifi, seveni, sevmeyeni değişir ama Türkçe birçok atasözüne özne niteliğiyle eşlik etmektedir. Örneğin; “Eşek hoşaftan ne anlar, suyunu içer tanesini bırakır.” cümlesi dilimize pelesenk olarak yerleşmiştir. Fakat daha az bilinen “hoşafın yağının kesilmesi” 17. yüzyılda bir isyana sebep olarak gösterilmektedir. Rivayete göre Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlamasıyla birlikte yeniçerilerin her yapılan işten kendi aleyhlerine sonuç çıkarmaya başladıkları dönemde ilginç bir olay vuku bulur. Ocaklarda binlerce askere yemek dağıtan mutfak meydancıları, işlerine pek imtina göstermemiş olacak ki üzerinde ayetler ve dualar yazılı koca kepçelerle önce yağlı yemekleri ve pilavı servis eder, ardından da hoşafları aynı kepçe ile dağıtırlarmış. Böyle olunca hoşafların üstünde bir yağ tabakası yüzermiş. Yemeğin tadı ile hoşafın tadı birbirlerine karışırmış. Durumu fark eden bir yeniçeri ağası servisten sorumlu meydancıyı yanına çağırarak uyarmış: “Bundan böyle hoşafı temiz kepçe ile dağıt, daha sonra yağlı ve sıcak yemeklere sıra gelsin ki, hem yemekler soğumasın hem tatları karışmasın.” Meydancı o günden sonra emri uygulamış. Ancak hoşafın üzerinde yağı göremeyen yeniçeriler homurdanmaya başlamış ve kazan kaldırmış: “Hakkımızı yiyorlar, istihkakımızdan çalıyorlar, hoşafın yağı bile yok. Yağlı hoşaf isteruk!” diyerek ayaklanmışlar. Böylece birleşiminde tek zerre yağ olmayan tatlı, birisine söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak duruma düşüldüğünde “Hoşafın yağı kesildi.” deyimi ile bütünleşmiştir. Zaten olmayacak şeylerden hoşnutsuzluk, bahane, haksız yere kırgınlık dünden bugüne insanoğlunun hastalığı değil midir? Vefa sözcüğünün anlamı bilinmemekte midir? Kul, her daim aldığı kadar vermekte midir? Hep bana demekte midir? Hani kırk gün sırtınızda taşıdıklarınız, kırk birinci gün belim ağırdı, birazcık iner misin? Ricasını yönelttiğiniz de yaygarayı basıp onca fedakârlığı hak etmiş midir?