Lavinya Dergisi

MİSKET TÜRKÜSÜNÜN HİKÂYESİ
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Ankara’da meşhur şu elma türüdür, misket. O yıl meyve verirse, diğer yıl vermez. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ila yeşilimsi bir renk taşır. İnce kabuklu hoş kokuludur. Fakat cümlelerimizin temeli misketin özellikleri değildir. Anadolu’nun nice âşık, şair ve ozanlarına ilham olan dağı, taşı, insanı gibi dilden dile dolaşan hatta duyulduğu anda göbek attıran bir hikâyeye ev sahipliği yapmasıdır.
Huriye, işte bu coğrafyada yaşamış kızlarımızdan sadece biridir. Evlerinin önündeki misket ağacına çıkıp sevdiği Osman Efe’nin yollarını gözlemektedir. İtibarlı efelerden biri olan delikanlı yakışıklı mı yakışıklı, kız güzel mi güzeldir. Osman Efe sevdiğini adı ile çağırmaz, misket ismiyle seslenir. Günlerden bir gün yiğitliğiyle meşhur Kır Ağa da Huriye’yi çeşme başında görür, hemen kızı istemeye gelir. Babası “Kır Ağa mert insandır, malı mülkü de yerindedir.” der kızı vermekten yana olur. Anası kızın ağzını arar ama “Varmam!” cevabını alır. Bu iş Efe’nin kulağına gider, çılgına döner. Yavuklusuna kimsenin göz koyamayacağını bildirir. Karşı tarafa haber gönderir. Osman Efe ve Kır Ağa meseleyi kendi usullerince çözmeye karar verir. Nihayet ikili karşı karşıya gelir, anlaşır, kazanan misketi alır. Kavga sırasında Osman Efe’nin yiğitliğini gören ve kızın gönlünün rakibinden yana olduğunu anlayan Kır Ağa çekilir. İzleyenlere “Benimle böylesine çarpışan yiğide kıyamam.” diye bağırır. Osman Efe’de onun ellerine sarılır. Her şey tatlıya bağlanır. Evine doğru yürüyenleri yine misket ağacının tepesinden izleyen Huriye, o kalabalık arasında önde Kır Ağa’yı görüp, Osman Efe’yi göremeyince öldü sanır, başı döner, ağaçtan düşer. Son nefesini veren genç kızın ardından Efe bir feryat koparır. “Güvercin uçuverdi.” türküsünü yakar. Güvercin olarak bahsi geçen elbette sevdiği kızdır.
Nedeni aslında derin bir acıyı barındıran türkü, yıllar içinde evirile çevrile düğün, derneklerde kurtların döküldüğü bir oyun havasına dönüşür. Belki de varlıklarıyla üzen hikâyeleri insanoğlu kendi içinde arındırarak eğlenceli hale getirir. Gizli yara, tıpkı sessiz hüzünlerin saklandığı gülümseyen yüzler gibidir. Sahi kim diğerinin gerçeğini tüm çıplaklığıyla hissedebilir? Unutulan en büyük acılar düşünülünce, hayat salt tutunma çabası değil midir? Ey gönül, gördüğün veyahut göremediğin tüm acılara nazik ol ki, uçuvermesin başka güvercinler. Türküler ve öyküler! Dileyen oynasın duyunca, gerçeğini öğrenense belki düşünür misketi o ağaçta. Mırıldanır hatırda kalan birkaç dizesini usulca.

Güvercin uçuverdi.
Kanadın açı verdi.
Ben yandım aman.
Güvercinim uyur mu?
Çağırsam uyanır mı?
Ben yandım aman…