Lavinya Dergisi

SEN KİMSİN?
Öykü KUCUR

Çiçeklerin açtığı yerde umutlar; kitapların olduğu yerde yarınlar yatar.

Hayatımız boyunca çalışıyoruz. Peki ne için çalıştığımızı hiç düşündük mü? Eğer düşünmediysek şimdi düşünelim. İlk başta hepimiz ilköğretim hayatına başladık. Okuma, yazma öğrendik. Matematik, hayat bilgisi ve Türkçe gibi dersler gördük. Çok zorlandık. Ama bunlar bizim hayata atılmamıza yardımcı oldu. Başarılı bir arkadaşım vardı sınıfımızda, derslerine çok çalışırdı. İyi bir liseye gitmeye hak kazanmak amacıyla çalışırdı hep. Okulumuzun isminin yazdığı bir diplomaya ve birçok takdir belgesine sahip oldu. Ve en sonunda o çok istediği liseyi kazanmıştı. Çok iyi bir liseye başladı. Sınıfındaki herkesin ismini ve bölümünü gururla taşıyacağı bir üniversite hayali vardı. Yine çalışmaya başladı. Lisenin son sınıfına elinde okulun isminin yazdığı birçok belge ile giriş yaptı. Kendine iyi bir gelecek sağlayacak o okula ulaşmak istedi hep. Herkesin övdüğü, dillerden hiç düşmeyen o ünlü üniversiteye… Bir yıl boyunca hep özel dersler aldı. Okul bittiğinde akşama kadar kurs merkezlerinde kalıp, babasının onu eve götürmek için almasını bekledi. Mezuniyet günü geldiğinde çok gururluydu. Kürsüde mezuniyet konuşmasını yapan hoca onu çağırdı: “İşte okulumuzu çok iyi temsil eden okul birincimiz, Defne Aksoy.” diye takdim ettiğinde o da ailesi de çok gururluydu. Yüzlerce veli ve öğrenci onu alkışlıyordu. Mutluydu, herkesin istediği bir şeyi başarmıştı. Üniversiteye giriş sınavının günü geldiğinde çok heyecanlıydı. Ama o, okul birincisiydi ve istediği üniversiteyi kazanacaktı. Sınav bittiğinde ise; içinde bir korku vardı. Herkesin bildiği, istediği o üniversiteyi kazanamama korkusu. Sınavın açıklanacağı güne kadar ailesi başka ailelere onun okul birinciliğini anlattı. Hocaları, başkalarına başından beri iyi bir öğrenci olduğu konusunda Defne’yi övüp durdu. O gün geldi, hayatının devamının belirleneceği o büyük gün. Bilgisayarın başında korka korka sayfayı yeniliyordu Defne. Bir anda bir sayfa çıktı karşısına ve inanamadı. Herkesin ismini söylediği üniversiteyi kazanmıştı. Artık okul birinciliği unvanından çok daha büyük bir unvan kazanmıştı. Üniversitenin başlamasına çok az kalmıştı. Defne bu yüzden yurduna yerleşmişti. Aynı üniversiteye gidecektik onunla. “Acaba beni hatırlar mı?” diye düşünüyordum. Bir anda odaya geldi, aynı odada kalacağımızı öğrenmiş olduk bu vesileyle. Parlak bir gelecek vardı önünde. Yatağına uzandı ve düşünmeye başladı: 4 yıl sonra mezun olduğu zaman, güzel üniversitemizin başarılı bir mezunu olacaktı. Zamanında ona yardımcı olan lise hocaları, ilköğretim hocaları, ailesi, akrabaları kısaca herkes onunla gurur duyacaktı. Okulun ilk günüydü, yeni arkadaşlarla tanışmaya başladık. Herkes kendini tanıtıyordu. Birisi kendi içindeki sanatçı ruhunu keşfetmişti ve büyük bir sanatçı olacaktı. Birisi çok iyi bir kitap okuyucusuydu ve yazar olacaktı. Defne, sıranın ona gelmesini heyecanla bekliyordu. Böbürlenerek herkese istediklerini yaptığını gösterecekti. Sıra ona geldi ve konuşmaya başladı: “Bulunduğumuz ilin en iyi lisesini kazandım. Çok başarılı bir lise hayatı geçirip okul birincisi oldum. Ve bu okula çok iyi bir sıra ile girdim.” Şu an o kadar gururluydu ki kısa bir hayale daldı; ailesinin ve hocalarının onu alkışlarla izlediğini hayal ediyordu. Hayalini bitirip gerçeğe döndüğünde herkesin ona hayranlıkla bakmasını bekliyordu. Ama bir sorun vardı, normal karşılamışlardı bu durumu. Bir kişi aradan çıktı ve şunu söyledi: “Bir şey sormak istiyorum.” dedi. Evet şimdi övgü dolu sözler geliyordu diye geçirdi içinden Defne. “Tabii ki sorabilirsin.” dedi Defne. “Bunlar çok güzel başarılar, seni tebrik ederim. Ama sen kimsin?” diye sordu bir kız. Defne soruyu anlamadı ve düşünmeye başladı. Kız, Defne’nin soruyu anlamadığını fark ettiğinde: “Bizler burada kendimizi tanıtıyoruz ve senin de kim olduğunu bilmek isteriz.” dedi. Defne, yüzünde sinirlenmiş bir ifadeyle: “Ben liseyi birincilik ile bitiren, herkesin gurur duyduğu ve parlak bir geleceği olan kişiyim.” dedi. Aradan bu sefer başkası çıktı ve: “Tamam anladık ama sen kimsin?” sorusunu yineledi. Defne, düşünmeye başladı. Ama bir türlü bulamadı. İnsanlara rezil olmamak için lavaboya doğru gitmeye başladı. Ben de yalnız bırakmamak için arkasından gittim. Sürekli düşünüyordu: “Ben ne demek? Kendim ne demek?” Bizi biliyordu, seni biliyordu, onları biliyordu. Ama beni bilmiyordu. Liseye giderken hocalarının istediği liseye gitmişti. O, oraya gittiği için hocalarının ve çevresinin övgü kaynağı olmuştu. Lisede çok çalıştı ama ne için çalışmıştı. Okulun birincisi olmak için çalışmıştı. Ailesinin onunla övünmesi için çalışmıştı. Üniversiteye giderken, lisesinin adını üniversiteye yazdırmıştı. Bunların hiçbirinde ben yazmıyordu. İsmi yoktu. O belgeler okulun takdir belgeleriydi. Nasıl olurdu böyle bir şey. 18 yaşında bir insanın ismi hiçbir yerde nasıl yazmazdı. Delirmeye başladı ve koşarak yurda döndü. Yurda geldiğinde hala daha kendini bulamamıştı. Düşündüğü her şey de başkaları vardı. Sonrasında hayatında ben diye bir şey olmadığını, biz diye bir şey olduğuna karar verdi. Defne o andan sonra bir karar verdi. Artık kendi için çalışacaktı.