Lavinya Dergisi

ÇOCUKLUĞUMA MEKTUP
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

Ömür diye adlandırdığımız dünya gurbetinde, bize sunulmuş ortalama 70-80 yıllık ömrün özlemle yoğrulmuş yıllarına "çocukluk" diyorum ben. Özlemek insanın hamuruna katılmış en nadide duygu ve bu duygu en çok da en gerçek olanla bağdaşmayı hak ediyor. Ah benim en gerçek hallerim, ah benim çocukluğum... Unutulmaya yüz tutmuş nice anımın adı... Annemin ılık yüzü... Babamın sıcak kucağı... Kardeşimin paylaşan yanı... Sana olan özlemim, beynimin labirentlerinde her daim varlığını korurken; bazen de gelip an baş köşeye oturuyor ruhumda. Buradayım diyor; bazen burnuma çalan bir kokuyla, bazen gözlerimi dolduran bir tebessüm, bazen de burnumun direğini titreten bir acıyla. Yaş aldıkça yaşamdan bir şeyler alamamanın acısından mıdır nedir seni daha bir özler oldum. Hayatım sanki bir yapboz ve benim tüm bozuk yanlarımın parçaları sende kalmış. O yüzden ne vakit kendimi tamam etmeye kalkışsam, eksik bir parçamı sende aramaya başlayıp, özlemine mağlup oluyorum. Özlemin bile insan hissettirir mi, hissettiriyor. En çok da çocukken insanmışım diyorum. Şimdi ise insan gibiyim işte. Dizlerimin yarasından, ellerimin karasına kadar özlüyorum. Kimi zaman geçmişe ait bir hayal dünyasında buluyorum kendimi; sana ait bir zaman diliminde... Hunharca koşmak, düşmek, yara bere olan diz kapaklarıma bakıp, ağız dolusu ağlamak istiyorum. Sonra birden kalkıp, gözlerimden yaş gelircesine kahkaha atmak... Nazımın geçtiği ilk kucakta beni düşüreni şikayet etmek... Şimdi düşmeler, düşüp de kalkamayışlar, düşürenler, düşürdüğünü bildiği halde düşmemin nedenini sorgulayanlarla dolu bir hayatım var. Düştüğümde yerden dostça bir el ile beni kaldıracak insanları da alıp uzaklara gitmişsin, çocukluğum. Ya da sen hep durmuşsun olduğun yerde de ben çok acele etmişim büyümek için. Büyüdükçe küçüldü gözlerim; görmeyi unutup bakmaya başladı sadece. Daraldı kalbim büyüdükçe; içine öfkeden başka bir şey koyamadığım bir et parçasına dönüştü. Bazen aynaya bakıp soruyorum kendime:
- Kime bu öfken? Cevabın kendimde olduğunu bildiğim soruları yine kendime sormaya başladığım günden beridir fütursuzca büyüyorum, çocuk yanım... Haykırarak sorduğum soruya usulca cevap veriyorum; Kendime bu öfkem. Tercihlerime, duruşuma , karakterime, bazen varlığıma... Sonra belli başlı suçlamalar ve vicdan rahatlatmaları ile devam eden bir sohbet; kendimden kendime... Bu öfkem çocukluğumda olduğum yer ile şimdi olduğum yer arasındaki uçuruma. Kaybettiğim tüm güzel değerlere. Tüm bu sorgulamaların ardından içimde kırıntıları kalan o çocuk yanıma sıkıca sarılıyorum. Ben sarıldıkça kemiklerimin arasından öfkelerim kayıp gidiveriyor. Seni yaşatacağım çocuk yanım, ve her insan olamayışımda sana sarılacağım. Lütfen benimle kal. Zira sen benden gidersen, benden geriye hiçbir şey kalmaz.