Lavinya Dergisi

KISKANÇLIK
Şaha ÇİMEN

Her şey insanın kafasının içinde başlar ve biter.

İnsanın derinlerde sakladığı bazı duyguları vardır ve genellikle bu duygular, insanın karanlık tarafını yansıtır. Bu karanlık tarafı yansıtan duygular arasında özellikle kıskançlık ön plandadır. Kıskançlık; tarifi zor bir duygu olup iyi yönetildiğinde sorun yaratmaz. Hatta zaman zaman insanda estetik bir görüntü dahi oluşturabilir. Her bireyde farklı reaksiyonlara sebep olan kıskançlık duygusu, zaman zaman insanı derin sıkıntılara sürükleyebilir. Bunların altında da elbette ki çeşitli sebepler vardır. Bu sebeplere bir göz atacak olursak; karşımıza ilk olarak erişilmesi güç unsurlar çıkar. Başkasının sahip olduğu, ancak bize uzak olan imkanlar, yaşam tarzı, eşit olmayan şartlar, ekonomik durumlar, yaşanılan coğrafya, iş hayatındaki rekabet, duygusal bağımlılık, duygusal ihtiyaçların karşılanamaması, geçmiş deneyimler, özgüvensizlik, güvensizlik, kültür farklılıkları gibi faktörler kıskançlığın tetikleyicileri arasında yer alır. Bu sebepleri biraz daha açacak olursak; örneğin, hayatını çalışarak sürdüren bir bireyin yanı başında hiç zorluk çekmeden daha iyi koşullarda bulunan komşusunun çocuğu, bir kıskançlık durumu yaratabilir. "Neden ben değil de o daha iyi koşullarda yaşıyor?" ya da "Neden koşullarımız bir değil?" gibi düşünceler bu durumda ortaya çıkabilir. Bunun yanında, ailesinde hiç sevgi görmemiş bir çocuğun etrafındaki tüm arkadaşlarının sevgiye yeteri kadar doymuş olmaları, sevgi açlığı çeken çocukta bir travmaya dönüşebilir. Bu travmanın altında kıskançlığın kendisini göstermesi de çok doğaldır. Bu kıskançlık sebeplerinin en belirgin olduğu yerlerden bir tanesi de bana göre, başarıların ve başarısızlıkların yaşandığı iş hayatıdır. Rekabetin ön planda olduğu bu ortamda insanların birbirlerine karşı hissettiği duygular net değildir. Genellikle dostluk ilişkileri değil, nasıl rekabet edilebilirim ve rakibimi nasıl alt edebilirim düşünceleri hakimdir. İş hayatında yıllardır devam eden bu rekabet ortamının değişmesi beklenemez. Bir de duygusal kıskançlıklar vardır ki bu, sevdiğiniz insanları başkalarıyla paylaşamama durumunu içerir. Sevgilinizin veya ilgi duyduğunuz kişinin başkalarına yakın olması veya paylaşılmak istenmemesi, duygusal kıskançlığın temelini oluşturur. Kişisel bir problem yaşamadığınız bir insanın, sevdiğiniz veya ilgi gösterdiğiniz biriyle yakın ilişki içinde olması, sizi tetikte tutabilir. Hele ki bu ilgi ve alakanın adı 'AŞK' olduysa işler daha karmaşık ve zorlayıcı olur. Tıpkı Fransız yazar, düşünür ve filozof François de La Rochefoucauld'un dediği gibi: "Kıskançlık, aşkın başka bir sevgili bulduğunu düşündüğünde doğar." Yani aşkın kıskançlıkla iç içe geçtiği bir durumdur bu. Tarihte şöyle bir göz gezdirdiğimizde de bunun çok fazla örneği vardır. Birçok aşık, kıskançlık yüzünden birbirine kavuşamamış, hatta bazılarının hikayesi trajik bir şekilde sonlanmıştır. Günümüzde de bu durum değişmiş değildir. Sonuç olarak, kıskançlık, yerinde yaşanmadığı durumlarda bizi etkisi altına alabilir ve sahip olmadığımız unsurlarla sınar. Kıskançlığa teslim olan insanlar harap olur ama asla kazanmaz. Kendinden kaybetmiş olurlar sadece. Çözüm ise mantık olabilir. Mantıktan kastım, insanın uğruna kıskançlığa kapıldığı şeyi önce bir analiz etmesi gerekir. Kıskançlığa sebep olan ve kendisinde olmasını istediği şeye sahip olduğunda hayatında büyük bir değişim veya mutluluk olabilir mi? Onu kavramalı. Eğer ki kapıldığı kıskançlığa değiyorsa, amenna. Yok, sancılı ve sonunda hep kayıplar, yıkımlar ve hayal kırıklıkları oluyorsa, kişi mantığıyla bu duygudan arınmalı. Çünkü ben her şeyin kafada başlayıp kafada bittiğine inanıyorum. Aşk da kıskançlık da hırs da hayaller de... Kafamızın içinde şekiller ve kafamızın içinde sonlanırlar. Ama sancılı ama sancısız.

Yazıma Amarikalı yazar ve Pedagog olan Helen Keller'ın şu öğüdüyle son vermek isterim; "Kıskançlık, kötü bir zihinle gelen bir felakettir. Başkalarının mumlarını söndürmek yerine, kendi mumunuzu daha parlak hale getirin."