Lavinya Dergisi

90 SANİYE
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

Çıplak ayaklarımda hissettiğim soğuk terliğim... Karanlığın zirvesinde kalmış bir gece... Üzerimize lapa lapa yağan kar... Kucağımda medetime muhtaç bir insan yavrusu... Gözlerindeki korkuyu saklayıp tebessüm etmeye çalışan bir adam... Sokaklarda sadece araba farları, siren sesleri, toz bulutları... Sonra çığlıklar; ağız dolusu, nereden geldiği belli olmayan çığlıklar... Babasını arayan çocuklar... Anne diye ağlayan bebekler... Yavrum diye yakınan anneler... Yok olmaya yüz tutmuş lakin vâr olmak zorunda olan babalar... Tırnaklarını kepçe yapan, bedenlerini ambulans yapan amcalar... Hepsi; uyanmak için uyumuştu... Hiç ummadıkları şekilde uyandılar, uyandık... Hemen yan odanız sanki dünyanın öbür ucundaymış gibi hissettiniz mi hiç? Aman uyanmasın, ağlamasın diye uyuttuğunuz bebeğinizin neden sesi çıkmıyor diye, ağlasın artık diye yalvardığınız oldu mu Rabbinize? Var olanların bir anda yok olduğu hissiyatını iliklerinize kadar hissettiniz mi? 1 saniyenin bir ömür gibi geçtiği bir gece yaşadınız mı? Memleket bildiğiniz topraklardan kaçarcasına göç ettiğiniz oldu mu? Hani şu ölümün soğuk yüzünü ensenizde hissettiniz mi? Yaşamış olmaktan nefret ettiniz mi? Ayaklarınızı uzatmak, yemek yemek, uyumak yük oldu mu size bir geceden sonra? Bir gecenin 90 saniyesi... Bir sarsıntı... Binlerce yıkım... Yarım kalmış nice hikaye, yarım kalmış nice insan... Hatta nokta konmuş nice yaşam... Zamanın tozla kapladığı o gecenin üzerinden tam 365 gece geçmiş... Geçen geceler beton yığınları bırakmış arkada. Beton yığınlarının altında kalmış hayatlar... İzleri hiç iyileşmeyecek yaralar... İsimsiz mezarlar... Yaşamın kara bulutları ile kaplanmış bir gecesi, nice ömürleri yıllar sürecek bir yasın içine çekip alıvermişti. Küçücük kalmıştı insan bu yasın ortasında. Çaresizliği iliklerine kadar yudumlamıştı. Maharet idrak etmekseydi bir şeyleri; en güzel maharet benliği bırakıp biz olabilmekti...