Lavinya Dergisi

TERK ETMEK
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

Ne kadar zor gelir insana doğup büyüdüğü şehri terk etmek. Zor olmasının birçok sebebi vardır ama başlıca sebep sadece o şehri terk etmediğindir. En başta çocukluğunu terk edersin. İlk adımlarını attığın, ilk sözcüklerini söylediğin, ilk okula gittiğin, ilk kez hata yaptığın, ilk kez acı çektiğin, ilk kez âşık olduğun evi terk edersin. Her gün yürüdüğün yolları, önünden geçtiğin dükkanları, oturduğun bankları, anın olan yerleri terk edersin. Aileni, arkadaşlarını, sevdiklerini terk edersin. O şehrin sana hissettirdiklerini terk edersin. Bu terk etme ilk başta insana çok ağır gelir ama daha sonra kolaylaşır . Çünkü biz adaptasyonu kuvvetli varlıklarız. Her ne kadar yeni olursa olsun kendimize göre bir düzeni hemen oturturuz. Ve bu oturttuğumuz düzen, değişikliğin bize iyi geleceğini düşünürüz. Yeni başlangıçlar yaparız sonunun iyi olmasını umut ederek. Biraz uzaklaşmanın, alıştığımız şeyleri terk etmenin bizi mutlu edeceğini düşünürüz. Umut etmekten başka çaremiz yoktur çünkü. Gitmenin her şeyin çözümü olduğunu düşünüyoruz. Sadece kaçıyoruz. Gerçeklerden, zorluklardan, kaçmak istediğimiz ne varsa kaçıyoruz. Ama adım adım yaklaştıkça korkuyoruz. En başta yalnızlıktan, güçsüzlükten, bilgisizlikten. Alıştığımız düzenin bozulmasından korkuyoruz ya da yeni bir düzen kurmaktan, bir şeylerin istediğimiz şekilde olmamasından. Değişen bir şeyin olmamasından hatta belki de sadece kendimizi kandırmaktan korkuyoruz. Bazen hayatta başımıza bizi çok üzen olaylar geliyor. Çok yoruluyoruz, hayattan zevk almıyoruz, bazı şeylere inancımız azalıyor, sırtımıza taşıyamayacağımız yükler biniyor. Kaçmak istiyoruz. İlk başta hemen pes etmiyoruz. Savaşmaya çalışıyoruz ama zamanla gücümüzü yitiriyoruz. Umudumuzu kaybediyoruz ve artık üstesinden gelemeyeceğimizi kabulleniyoruz. Artık geriye kalan tek çözüm ise kaçmak oluyor. Çünkü eğer kaçmazsak neler olacağını bilmiyoruz ve bu bilinmezlik bizi git gide tüketiyor. En sonunda kaçıyoruz. Bazen çok sevdiğimiz ama artık duvarları üstümüze gelen evimizden, her ne kadar sevsek de artık uzaklaşmak istediğimiz, büyüdükçe fikirlerimizin uyuşmadığı ve bunun da sürekli kavgalara yol açtığı ailemizden kaçıyoruz. Unutmak istediğimiz geçmişimizden, yaptığımız hatalardan kaçıyoruz. Sorumluluklarımızdan, yüklerimizden, özgürlük yaşamak istediğimiz sıkıcı hayatımızdan kaçıyoruz. Her şeyden önce kendimizden kaçıyoruz. Bize bir fırsat doğuyor. Yeniden başlamak için. Yaşadığımız yeri, yürüdüğümüz yolları, gelecekteki ailemizi, sorumluluklarımızı tamamen kendimiz seçiyoruz artık. Kimse bizi tanımıyor, geçmişimizi bilmiyor. Yeni bir ben yaratmak için bize fırsat doğuyor. Bu fırsatı istediğimiz gibi değerlendiriyoruz. İşte bu aşamada insanlar ikiye ayrılıyor. Başarılı olabilenler yüreğinde gizlediği özlemle yeni hayatına başlıyor. Düzenini oturtuyor, ipleri eline alıyor ve yoluna devam ediyor. Başarılı olamayanlar ise pişmanlık duyarak en dibe çöküyor. Sonuç her ne olursa olsun sevdiğin, alıştığın şeyleri terk etmek çok zordur ve her zaman zor olacaktır. Birini, bir şehri veya bir işi hatta kendimizi bile terk ederken çok dikkatli düşünmek zorundayızdır. Eğer başarısız olursak ömür boyu pişman olabiliriz. Ve neticede her ne kadar gücümüzü ve umudumuzu yitirmiş olsak dahi pes edemeyiz. Yaşadığımız sürece savaşmak zorundayız her şeyle. Terk etmek bir tercihtir, pes etmektir, kaçmaktır. Ama şu da unutulmamalıdır: Nefes aldığımız sürece her zaman umut vardır.