Lavinya Dergisi

IRKÇILIK
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

Sabah işe gitmek için erken kalktım. O kadar geç kalmıştım ki ne kahvaltı yapmaya ne de özenli kıyafetler giymeye vaktim olmuştu. Acele ile evden çıktım. Otobüs durağına geldiğimde küçük bir kız ve annesini gördüm. Küçük kız bana baktığı vakit ona gülümsedim. Ona gülümsediğimi gören annesi çocuğunu hemen kucağına alarak yanımdan birkaç adım uzaklaştı. Sırf siyahi olduğum için bunun gibi durumları sık sık yaşıyordum. Her ne kadar üzülsem de artık alışmıştım. Buna alışmak bile çok üzücü bir durum olmasına rağmen ben yine de insanlara sinirlenmiyordum. Yaklaşık beş dakika içinde otobüs durağa geldi. Otobüse bindim. Her yerde olduğu gibi burada da garip ve yadırgayan gözlerle beni izleyen insanlar vardı. Bazıları göz göze geldiğimiz zaman hemen gözlerini başka yöne çeviriyor, bazıları ise inatla bana bakmaya devam ediyordu. Bu duruma da üzülsem bile kimseye neden baktığını soramıyordum. Çünkü bu ülke onların ülkesiydi ve ben onlar için bir yabancıydım. Bazen onların dilini çok iyi bir şekilde konuştuğum zaman bile yargılayıcı bir şekilde bana nasıl bu kadar iyi konuştuğumu soruyorlardı. Etrafım böyle insanlarla doluydu. Ama ben yine de hayatımdan memnundum. Yaklaşık on beş dakikanın ardından iş yerimin önünde indim. İçeri girdiğimde herkes çoktan işinin başına geçmişti bile. Hızlı adımlarla masama doğru ilerledim. Eşyalarımı masamın üzerine yerleştirip bilgisayarımı açtım. Tam oturacağım sırada şirketin müdürü Hamdi Bey beni odasına çağırdı. Hızlı adımlarla odasına doğru yola koyuldum. Kapısını tıklayarak içeri girdim. Odaya girdiğim an Hamdi Bey bana bağırmaya başladı. Neden geç kaldığımı, kendimi diğer çalışanlardan üstün mü gördüğümü sormuştu. Cevap vermeme izin bile vermeden hemen gidip bütün çalışanlara çay vermemi ve ofisi süpürmemi istemişti. Bunları söylerken terliyor, ikide bir elini kalbine götürüyordu. Bunlar her ne kadar benim görevim olmasa bile işe gireli daha bir ay olmuştu. Hiçbir iş yeri yabancı olduğum için beni işe almamıştı. Eski iş yerim ise beni yapmadığım halde hırsızlık ile suçlamıştı. Bu yüzden Hamdi Bey’e karşı gelmek istemedim. Kapısını yavaşça kapatarak odasından ayrıldım. Mutfağa doğru ilerlerken iş yerindeki tek arkadaşım olan Buket’i gördüm. Masasından kalkarak yanıma doğru geldi. Ona Hamdi Bey ile olanları anlattım.
Buket:
-Sen ona bakma. O bugün biraz sinirli. Sanırım karısı ile boşanacaklarmış bu yüzden sinirini çıkartacak birini arıyor. Dedi.

Sadece sinirli olduğu için mi yoksa bana karşı olan önyargısı ve ırkçılığı için mi yapıyordu bilmiyordum. Buket’in yanından ayrılıp mutfağa yöneldim. Çay demlenmişti. Ofiste otuz kişiydik. Otuz tane çay bardağı çıkarıp tepsilere koydum. Herkesin nasıl içtiğini biliyordum. Çünkü Hamdi Bey her sinirlendiğinde bu işleri bana yaptırıyordu. Onu hiç sevmiyordum. Diğer iş arkadaşlarıma bu şekilde davranmıyor yalnızca bana davranıyordu. Çayları doldurup dağıtmak üzere mutfaktan çıktım. Herkese çaylarını verdikten sonra en son Hamdi Bey’e vermek üzere odasına doğru yol aldım. Kapısını tıklattım içeriden bir ses gelmedi tekrar tıklattım yine gelmedi. Sonra bir şey olabileceğinden korktuğum için kapıyı açıp içeri girdim. Tam tahmin ettiğim gibi Hamdi Bey koltuğunda kalbini tutuyor ve nefes alamıyordu. O an kalp krizi geçirdiğini anladım. Elimdeki tepsiyi seri bir şekilde masaya koyarak hemen yanına gittim. İçerde bir koşuşturma gören iş arkadaşlarım hemen odaya geldiler. Buket ne olduğunu sorduğunda kalp krizi geçirdiğini ve ambulansı aramasını söyledim. Buket ambulansı ararken Hamdi Bey’in yanına gidip hemen kravatını gevşettim ve gömleğinin düğmelerini açtım. Annem hemşire olduğu için babam kalp krizi geçirdiğinde ambulans gelene kadar ilk müdahaleyi o yapmıştı. O zaman daha çocuktum fakat beni çok etkileyen bir gün olduğu için dün gibi hatırlıyordum. Erkek arkadaşlarımdan Hamdi Bey’i yere yatırmak için yardım istedim. Yere yatırdıktan sonra birinin ayaklarını kalp seviyesine getirmesin istedim. Hamdi Bey’in yanı başında bekliyordum ve o da bana bakıyordu. Beş dakika içinde ambulans geldi ve ben de onlarla gittim. Hamdi Bey’i hemen bir odaya götürdüler. Ben ise kapıda bekliyordum. Bir süre sonra doktorlar çıkıp Hamdi Bey’in iyi olduğunu ve onu ziyaret edebileceğimi ayrıca ilk yardımda bulunduğum için de şanslı olduğunu söyledi. Doktor yanımdan ayrıldıktan sonra hemen içeri girdim. Hamdi Bey beni görünce hemen gülümsedi. Ben geçmiş olsun dileklerimi iletirken gözlerinin dolduğunu fark ettim. Beni yanına çağırarak konuşmaya başladı:
-Senden çok özür dilerim. Bunca zaman sana çok kötü davrandım. Irkçılık, ayrımcılık yaptım. Kendimden çok utanıyorum. Sana karşı o kadar ön yargılıydım ki işi bırakman için hep seni baskıladım ama sen bana yardım ettin hayatımı kurtardın. Sen olmasan ben şu an ölmüş olabilirdim ne olur beni affet...


Gözlerindeki pişmanlığı fazlasıyla görebiliyordum. Ona önemli olmadığını, benim için önemli olanın bunu fark etmesi ve pişman olmasının olduğunu söyledim. “İyi olmanıza sevindim”. Diyerek yanından ayrıldım. Açıkçası ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Bu gibi ırkçılıklara alışmıştım aslında ama ilk defa birisi benden ırkçılık yaptığı için özür dilemişti. Bu bana kendimi değerli hissettirdi. Ve aslında böyle bir muameleyi ne olursa olsun hak etmediğimi fark ettim. Neticede bende insandım. Onlardan hiçbir farkım yoktu. Bunları düşününce kaybettiğim özgüvenimi geri kazanmıştım. Kulaklıklarımı takarak neşeli ve özgüvenli bir şekilde hastaneden ayrıldım.

Salı