Lavinya Dergisi
ZAMANIN SÖZDE EŞİĞİ VE BİR YENİ YIL DİLEĞİ
“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Yine bir eşikteyiz… Son ve başlangıç arasındaki mesafenin öylesine kısaldığı bir eşik ki burası
gece yarısı yelkovanın akrebe kavuşmasına da birkaç saniye kalmış… O eşikte dikilip bu kavuşmayı
bekliyoruz nicedir, sabırsızlığın parmak ucundayız. Geçmişi geride bırakmanın hafifliği, geleceği
kucaklayacak olmanın serinliği bizimle. Çok değil, küçücük bir adım daha atsak eskimiş bir sayfanın
sonundan yepyeni bir sayfaya geçecekmişiz de her şey bambaşka olacakmış gibi… Duvarlardaki
takvimler bize göz kırpıyor. Göğsümüzde büyüttüğümüz dileklerle birlikte takvimlerde değişecek olan
o sayıya çaput yaptığımız umutlarımızı bağlamışız, geleceğe postaladığımız isteklerimizin artık
gerçekleşmesini bekliyoruz. Belki bize de hediye getirir diye bacadan ineceğini umduğumuz Noel
Baba, değişen hanedeki sayının kendisi oluyor. Yenilenen o sayıyla rengarenk, ışıltılı, devasa bir
hediye paketi hemen önümüzde duruyor. Elimizi uzatsak tutuvereceğiz.
Yelkovan, akrebin üzerine bindi binecek… Bense bir takvimin kıyısında bağdaş kurmuş
oturuyorum, eşikten atlamaya mecalim yok, çöküvermişim olduğum yere. Gözlerimin önünde duran
hediye paketinin cazibesi beni heyecanlandırmıyor eskisi gibi, farkındayım. Bir iç muhasebesi
yapıyorum kendimce, zihnimin gürültüsü bundan. Geçip giden yılların haddi hesabı yok, aralarına bir
yenisini daha eklemek ağır geliyor artık. Sonuçta her yeni yıl, ömür sermayesinden biraz daha alıp
götürüyor. Kalan nefes bakiyesi eksiliyor. Böyle söyleyince içimde bir yer sızım sızım sızlıyor, teker
teker açılan yaralarımdan ölüm yine sinsi sinsi sızıyor. Elimde değil…
Akreple yelkovan kavuşuyor nihayet, gözlerimi kapıyorum, rahat bırakıyorum onları. Bir fısıltı
ulaşıyor kulaklarıma… Bir taşın üzerinden zamanı aşıp giriveriyor araya, yaşanmışlığın tozunu
yutmuş bir bilgelik yayılıyor odama. Susup dinliyorum, dinledikçe daha iyi anlıyorum. İdrak zamanla
müttefikti, anımsıyorum. Eşikler kalkıyor, dümdüz bir yol açılıyor önümde şimdi. Sayılar önemini
yitiriyor o zaman, akreple yelkovan siliniyor kadrandan. Takvimler kanatlanıp uçuyor duvarlardan.
Hakikat tüm çıplaklığıyla karşımda duruyor. O rengârenk, devasa hediye paketi ise hemen yanında,
ışıltısından bir şey kaybetmemiş. Ona baktıkça isteklerim geliyor aklıma, dileklerim, ertelediklerim,
keşke dediklerim, iç çekişlerim… Ve biraz da boyun eğişlerim, kanaat edişlerim, beklediklerim…
Hepsi sığıvermiş o pakete, açılmayı bekliyor. Tereddütle de olsa bu davete elimi uzatıyorum.
Paketin kapağını araladığımda bir boşlukla karşılaşıyorum. Kendimden açılan, kendime kapanan, kendime uçurum olan bir boşluk… Şaşırmıyorum. İçimde zamanı aşıp gelen o taşın soğukluğu… Taş gibi kaskatı elimdeki gerçeklik… O boşluğa bakarken kulağıma ulaşan fısıltıyı her yeni yılda hatırlamaya söz veriyorum: “Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için türemiş.” Orhun Abideleri’nde Bilge Kağan böyle demiş. Hatırladıkça dilime konuyor bir dua. Zamanın sözde eşiğinde dururken umudu yeni yıla değil, ana yayabilmeyi diliyorum! Keramet sayıda değildi ne de olsa, her nefes alışımız yepyeni bir sayfa!