Lavinya Dergisi

BEKLEYİŞ
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Adanmışlığın bin bir tonu ile hazırladığı olgun masası hazırdı gelecek olan için. Ellerini önlüğe silip bir adım geri çekildi, masayı son bir kez süzdü. Her şey tam istediği gibi olmalıydı. Küçük detaylara bile dikkat etmişti; çatalların parlaklığı, peçetelerin uyumu ve düzgün katlanışı, tabakların simetrik dizilişi…
Önemli idi her detay, her uyum. Lakin gelen severdi böyle görsel bir ziyafeti. Değişik tatlar hazırlamıştı elinden geldiğince. Birkaç küçük dünya mutfağı dokunuşu. İtalya’dan bir bruschetta, Fransa’dan bir quiche. Fırından yeni çıkan ekmeklerin kokusu, mutfaktaki baharatların sıcak aromasıyla birleşiyordu. Tencerenin kapağını kaldırdı, buğunun yüzünü yalayıp geçtiğini hissetti. Sırf onun sevdiği gibi, biraz da tatlımsı bir sos eklemişti etlere. Yemekler, masanın üzerinde yankılanan birer sevgi sözcüğüydü sanki. Bu masa sadece bir yemek masası değildi; onun sevgisini, özlemini, sabırla bekleyişini anlattığı bir dildi.
Birlikte büyümüşler, birlikte okumuşlar, tüm dertlerinde el ele kenetlenmişlerdi. Can dostu, en yakın arkadaşı, sırdaşı… Onunla paylaşılmış her an, hayatının en kıymetli hazineleriydi. Birçok ilkin sahibi, kalbinin hükümranıydı. Birbirlerine benzerlerdi lakin o birkaç model üst versiyonuydu kendisinin. Harmoniyle bezenmiş bir tabloydu ona bakarken gördüğü. Barındırdığı tüm renkleri paylaşmayı seven, gülümseyişiyle gün ışığını getirendi. İddialıydı,hırslıydı, az biraz acımasızdı; yüreğine kabul etmediklerini gözü de görmezdi. Tüm bu keskin yanlarının ardında, sevginin ve bağlılığın duru bir ışığı, kalabalığın içinde bile kendini belli eden bir aurası vardı. Hayat dolu bir enerjiyle çevresini sarar, herkesin içindeki en güzel yanları ortaya çıkarırdı. Çocukluğundaki bitmeyen merakı, her şeyi öğrenme isteği, dünyaya sığmayacak kadar büyük bir hayal gücü... Sonra ergenlik yıllarının hırçınlığı, kendini bulma arayışı… Yağmur damlalarının izlerini takip ettiği camların ardında başka dünyalar kurardı. Kitapların içine dalıp gitmekten açlığını unuturdu. Gözlerindeki parıltı, bazen bir kuşun kanadında, bazen rüzgarla sallanan bir yaprakta gizli sırları çözme arzusundan gelirdi.
Bazen inatla savunduğu fikirler, bazen de sessizce içe çekildiği anlar arasında gidip geldi yıllarca. O yıllarda dünyayı anlama çabası kadar, kendini ifade etme isteği de yoğundu. Özgürlüğü, bağımsızlığı her şeyden çok sevdiği için bazen sınırlarını zorladı, bazen de en sevdiklerini kırdı. Ama yüreğinde hep o çocuksu merakın ve iyiliğin izi vardı... Zaman zaman başkalarının anlamakta zorlandığı bir tutkuyla çalışır, bitmek bilmeyen enerjisiyle çevresindekilere ilham verirdi. Yine de her başarının ardında, sadece dış dünyaya değil, kendine de bir şeyler kanıtlamak isteyen bir yanını gizlerdi.
Ve işte, beklenen o kapının arkasındaydı.
Gelen, sadece kızı değil; yılların biriktirdiği hikâyesiydi.
Küçük kraliçesiydi…