Lavinya Dergisi
SEVMEK
Aşk fenomeni, sevgi ilişkilerinin nörobiyolojisi, flört oyunları, papatya fallarının ötesine geçti. “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur…” ile başlayan, kâtibe yakışan kolalı da gömlek mazide kaldı. Oysa dün ve bugün hakkında nice tanımlamalar yapıldı.
Sevmek; gözlerinin içinin gülmesi, yolunu gözlemek, birlikte zaman geçirmeyi çok istemektir.
Sevmek; kalbinin sevinçle kaplanması, ortak yaşanmışlıklar, bağlanmaktır.
Sevmek; kiminin sadece sevginin sözünü etmesi, kimisinin gerçekten sevmesi demektir.
Sevmek; cümlelere nice fiiller eklemektir: kabullenmek, korumak, özveride bulunmak, karşılık beklememek gereklidir.
Sevmek; vuslata ilerlemektir. İki gönlün “Allah’ın emri, Peygamberin kavli…” ile başlayan hikâyelerine “evet” cevabını vermektir.
Aşk vitrini denilen büyüye kapılmamak da bir gerçektir. Şöyle ki; tüm zaaflarıyla, hatalarıyla, korkularıyla onu kabullenmektir. İnceliklerdir. Şöyle ki;
Bir gün ermişin birine sormuşlar:
- Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark var?
Ermiş cevap vermiş:
- Buyurun göstereyim.
Ermiş faaliyete geçmiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırmış. Bir sofra hazırlamış. Misafirler oturmuş, tabaklar içinde sıcak çorbalar ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş:
- Bu kaşıkların ucundan tutup yiyeceksiniz.
Misafirlerin çorbalarını içmek için yaptıkları teşebbüsler başarısız olmuş ve döküp saçmışlar. En sonunda becerememiş, sofradan aç kalkmışlar. Bunun üzerine ermiş yeniden konuşmuş:
- Şimdi sofraya gerçek sevgiyi bilenleri çağıralım.
Yüzleri aydınlık, gözleri gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş. Sevgiyi bilenler yemeğe başlamış. Her biri uzun boylu kaşığı çorbasına daldırarak, yanındakine uzatarak içirmiş, diğerini doyurmuş. Böylece hepsi doymuş ve sofradan şükrederek kalkmış.
Sevmek; ermişin oyununu anlamaktır.
Sevmek; karşındakinin açlığını, ihtiyaçlarını, zaaflarını görmektir.
Sevmek; daima haklı olmak değil, gerektiğinde susmayı, paylaşmayı bilmektir.
Sevmek; “Ben” diyerek sofradan aç kalmak veyahut “Biz” diyerek hayatın en büyük ziyafetlerine doyarak kalkmaktır.
Şıpsevdilik değil, hızla tüketilen dijital aşk oyunlarına kanmamaktır. Yüzeyde parlayan değil, derinde kök salan şu bağdır. “Kâtibim ne derse, ben ona uyarım…” dizeleriyle, belki de o eski şarkıları hatırlamaktır.