Lavinya Dergisi
ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN!
Mehmet KEKEÇ
Tutsak kaldı dudaklarının arasında, Yüreğinin esaretinden kurtulamayan Seni Seviyorumlar.
Mental yorgunluğun sırtımızda kambura dönüştüğü ve artık taşımak zorunda kaldığımız ağır ve ağrılı bir yük olduğunu düşünüyorum. Çünkü modern toplum "hız ve haz" odağına esir düşmüş durumda. Öte yandan kapitalist sistemin dişleri boğazlarımızdan damla damla kan emmekte.
Tüketim çılgınlığı, kadının bedenine uzanan eller, sürekli eksik hissettiren, çirkin ve yetersiz hissettiren reklamlar, erkekleri maddelerle ölçen maddeci ve materyalist gözlerle boğan ölçüm aletleri, sosyal çürüme, yetememe, yetişememe, ulaşamama... Çocukların henüz çocukluklarını yaşamadan küçük ol(a)madan yetişkinliğe hazırlanan birer yarış atına dönüşleri, teknoloji bağımlılığı ve daha nicesi... Sosyal medya içeriklerinden tutun da YouTube videolarına, telefonlarda sayısını bile saymakta zorlandığımız aplikasyonlara varana kadar hepsi ruhumuzun sırtında koca bir kambur.
Tüketim çılgınlığı, kadının bedenine uzanan eller, sürekli eksik hissettiren, çirkin ve yetersiz hissettiren reklamlar, erkekleri maddelerle ölçen maddeci ve materyalist gözlerle boğan ölçüm aletleri, sosyal çürüme, yetememe, yetişememe, ulaşamama... Çocukların henüz çocukluklarını yaşamadan küçük ol(a)madan yetişkinliğe hazırlanan birer yarış atına dönüşleri, teknoloji bağımlılığı ve daha nicesi... Sosyal medya içeriklerinden tutun da YouTube videolarına, telefonlarda sayısını bile saymakta zorlandığımız aplikasyonlara varana kadar hepsi ruhumuzun sırtında koca bir kambur.
Dijital üretim, modern insanın varlık kaygısına dönüşürken; tüketicilik, neredeyse bir dijital veba hâline geldi.Yaşamak başlı başına zor. Sayarken bile yorulduğum tüm bu hastalıklara rağmen iyi duruyoruz ayakta. Hepiniz kendinizi ve toplumumuzu ayakta alkışlayabilirsiniz. Ciddiyim...
Duygusal yorgunluğun ise üzerimize dalgalar halinde gelip çöktüğü zamanlardan geçiyoruz. Hayat pahalılığı, ıstırap verici olaylar, gergin ve mutsuz bir toplum. Gün geçmiyor ki elem verici bir hadise ile karşı karşıya kalmayalım. Anımsamak zorunda olduğumuz tarihî vakalar artık yılın her gününe yayılmış durumda. Hâl bu olunca, her gün aynı acılar ile yeniden buluşuyor, tüm bu sosyal medyanın içinde her paylaşımda defalarca aynı acıyı yaşıyoruz. Tedbir yok! Önlem yok! Plan program yok! Saf bir acı. Ve yalnızca üzüntü ile kalan bir duygusal ağırlık...
İstanbul için uzmanlar büyük bir deprem bekliyor. Naci Görür yedi şiddetinde ve belki daha üzeri bir depremi öngörüyor ve yaklaşık beş milyon insanın hayâti risk altında olduğunu öngörüyor. Üzülmekten ve günümüzü geçmişin acılarına saplanmaktan çok daha büyük eylemlere odaklanarak ve bu planları hayata geçirerek bir sonraki zorluğa hazırlanmak zorundayız. Çünkü her seferinde ağzımızdan çıkan "bu sefer böyle olmayacak" sözleri bu sefer öyle olmasın... Olmaz mı!
Sosyal medyada Kahramanmaraş merkezli depremi gündeme taşıyıp üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ben de bu tüyler ürpertici depreme şahit olmuş birisi olarak üzüntümü dile getiriyorum. Depremde ölen vatandaşlarımıza başsağlığı, acılı ailelere sabırlar diliyorum. Çok üzücüydü, zordu. Depremden sonra ise kendimi ulaşabileceğim tüm mecralarda insanlara bir dilim ekmek, bir damla su yetiştirmek için kendini yollara atmış ve günlerini bu şekilde geçirmiş biri olarak şunu söylemeye hakkım olduğunu düşünüyorum.
-Hazırlandık ve yakalanmadık.
-Biliyorduk önlemimizi almıştık.
-Hazırdık ve hazır olmaya devam edeceğiz gibi...
Toplumsal gurur verici ifadeleri duymaya ihtiyacımız var.
Gerek yönetim, gerek toplumsal olarak toparlanmak ve bu cümleleri kurduracak eylemler için harekete geçmek zorundayız.
Üzüntü uykusundan uyanıp yüzleşmek zorunda olduğumuz bir ülke gerçekliği var önümüzde. Duygusal ve mental yorgunluğu üzerimizden atmaya; geleceğimiz olan çocuklarımıza daha güvenilir bir şekilde inşa edilmiş bir ülke bırakmak zorundayız. Silkelenmeli ve bu sosyal medyanın bize uyguladığı duygusal despotluktan sıyrılarak daha güvenilir inşa edilmiş bir ülkeye sahip olmak zorundayız.
Artık gülmeye ve yılın günlerine başarıları, mutlulukları anımsatacak güzel hadiseleri anı olarak bırakmalıyız.
Şimdi değilse ne zaman!