Lavinya Dergisi

KIRILGAN DEHA
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Bazı yazarlar vardır ki sadece kalemleri ile değil hayatları ile de bize çok başka hikayeler sunar ve içselleştirmemiz için çok farklı ipuçlarını kelimelerinin arasına gizlerler. Sylvia Plath da işte tam böyle bir yazar. Düzyazı metinleri, şiirleri ve maalesef ki trajik yaşamı insan ruhunun en savunmasız ve kırılgan noktalarını yakalar. Edebiyat dünyasında sadece şair olarak değil; acısını kelimeler ile yoğuran, mayalayan, karamsarlığı dehasını gizleyen bir sanatçı olarak anılır. 

Başarı ile trajedinin iç içe geçtiği yaşamında her vurulan darbe onu şekillendirdi. Küçük yaşta babasını kaybetmesi, annesi ile  karmaşık ilişki ağında büyümesi ve ileriki yıllarda yaşadığı duygusal çöküşler dünyasının ana hatlarını çizen temalardı. Zihninde bir "sırça fanus"un içinde sıkışıp kaldığını söylemesi, aslında onun gerçeklikle kurmuş olduğu kırılgan bağın bir tasviriydi. Dışarıdan bakıldığında, parlak, yetenekli, başarılı bir kadın olarak gözükse de içindeki kopan fırtınalardan, karaya vuran gemilerinden kimsenin haberi yoktu.

Plath’ın şiirlerinde kaybolmuşluğun ve acının varoluşsal sorgulamalarını izlersiniz adeta. Bazen yaşam ile ölümün, o acımasız gitgelin çığlıklarını çok net duyarsınız bazen de kadının toplumdaki varoluş mücadelesini sınırsız bir öfke ile seyredersiniz. Bir kalemi değil bir direnişi resmeder adeta. Kadın olmanın, anne olmanın ve yazar olmanın ağırlığını bir süre sonra taşıyamayan Plath kendi yaşamına son vermiştir 1963 yılında.

Acının ayrı bir dilini baştan yaratan Plath’ın eserleri öldükten sonra daha da kıymetlenmiş ve hatta ölümünden sonra Pulitzer Ödülü kazanan ilk kişi olma vasfını taşımaktadır. Eserleri hak ettiği yeri aldı almasına da ocak gazını açık bırakılıp son verilen bir yaşam o değeri ne kadar anladı? Tartışılır!...

Bugün hâlâ okunan ve tartışılan yazar Plath ne kadar anlaşılıyor ve hissediliyor derseniz: O hâlâ yaşıyor! Kelimeleri ile, acıya boyanan kalemi ile, özgün dili ve kavgası ile… O sırça fanusun içinde kalmayı seçtiyse de kelimeleri oradan çıkmanın bir yolunu buldu. Onu anlamak, bir kadının kendiyle kavgasını anlamakla eşdeğer. Evliliği, tutkuyu ve açlığını betimlerken ihanetle alınan yara onu sonu olmayan bir çukura sürüklemeyi başarmıştı. Duygusal uzaklık ve ihanetin harmanladığı bir ilişki onu ölüme götüren bir yoldan ibaretti. Londra’da çocuklarıyla birlikte olduğu zamanlarda yazdığı şiirler, daha önce denenen ama başarılı olmayan bir hayat bitişinin çığlıklarıyla dolu olan zihinin eseriydi.

Maalesef ki ilk girişiminin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen ruh halen yolunu bulamamış ve o sisli yol çizgileri artık çok net çizilmişti. Hayatın yükünü artık taşıyamayan kalem ebediyete uzandı… Ve en önemli soru şu ki: 
eğer Sylvia Plath hayatta kalsaydı bugünün dünyasında nasıl bir ses olurdu?