Lavinya Dergisi
GÖRÜNTÜDE OLMAK: GERÇEK YAŞAMIN ÖTESİİnsanların olduğu gibinin dışında görünmesi için gösterdiği çabayı anlamıyorum. O kadar büyük bir uğraş var ki, sadece dışarıdan bakıldığında bile her şeyin mükemmel, kusursuz olması gerektiği izlenimi yaratılıyor. İçsel bir boşlukla mücadele edenler, dışarıda daha büyük bir dünya varmış gibi hissettiriyorlar. Kendini her an başkalarına ispatlama, başka bir hayatı yaşama çabasıyla, kendilerini başkalarının gözünde tanımlıyorlar. Birçok insan, içerisine giremeyeceği mekanların önünde fotoğraf çektiriyor, sanki orada bir anlık bir varlık göstermenin kendisine bir anlam kattığını düşünüyor. Oysa bu anlık paylaşımlar, sadece başkalarını etkilemekten başka bir amacı taşımıyor. “Görüntüde olmak” üzerinden bir hayat tasarımı yapılırken, gerçek hayatın önemli detayları göz ardı ediliyor.
Hayatını standart bir şekilde sürdüren, orta halli insanların bile çok geniş, zengin bir dünyada yaşıyormuş gibi paylaşımda bulunmasına gerçekten şaşıyorum. Çoğu zaman bu paylaşımlar, sanki her an bir serüvenin içindeymiş gibi sunuluyor. Kafamda planladığım, idealize ettiğim bir sosyal medya yaşam tarzı var; ama o denklemi bir türlü tamamlayamıyorum. Zira, sadece bir "görüntü" ile yaşanacak bir hayatın anlamlı olduğunu düşünmek bana oldukça yabancı geliyor. Bu, aslında bir nevi sürekli kaçmak, gerçeklikten uzaklaşmak, sığ bir dünyada yaşamayı tercih etmek gibi. Hayatının monotonluğunu kabul edemeyen ve sürekli bir arayış içinde olan insanlar, başkalarına ait hikayelerle, kendi hayatlarına renk katmaya çalışıyorlar.
Kimse olduğu gibi bir hayatı paylaşmıyor; sadece işten eve, evden işe giden sıradan, yorucu günlerin gerçeği gösterilmiyor. Herkes, sanki her gün yeni yerler keşfediyor, farklı bir dünyada yaşıyor gibi sürekli bir gezme hali yaratıyor. Oysa, gerçekte, birçoğumuz işin, günlük yaşamın getirdiği rutinle yetiniyoruz. Akşam evde içilen bir çayı, bir kahveyi paylaşmazlar. Oysa, belki de o anların içindeki huzur ve anlam, aslında gerçek değeri taşıyan anlar. Ama o da paylaşımlarında, "keyif kahvesi", "kendime zaman ayırdım", "kendimi ödüllendirdim" gibi klişelerle süslenerek dışarıya sunuluyor. Gerçekten de, herkesin her anı parıltılı ve büyülü olmak zorunda mı? Yaşamı bu kadar bir gösteriye dönüştürmek, insana ne kazandırıyor?
Oysa bu insanlardan, kış boyunca çalışıp yaz tatilini yapmak için harcadıkları parayı değil, yaz boyunca harcadıkları zamanı paylaşsalar belki de daha anlamlı bir şey ortaya çıkacak. Her yaz başka bir tatil köyüne gitmek, bir çeşit "başarı göstergesi" olarak sunuluyor, ama o tatil köyündeki o birkaç fotoğraf, gerçek deneyimi, hissiyatı ne kadar yansıtıyor? Yine de, hep aynı hikayenin parçası olmayı sürdürmek. Bu yalnızca bir kaçış, bir kaçışın gösterisi.
Yazacak çok şey var, aslında her şeyin ne kadar boş olduğu üzerine. Ama yazacak kimse yok gibi görünüyor. Düşünecek, sorgulayacak birisi yok. Yani gerçekten durup bu hayatı, bu paylaşımları ve bu gösteriyi sorgulamak için cesur bir yüreğe sahip olmak çok zor. İnsanlar, belki de kendilerini görmekten korkuyorlar. Çünkü düşündükçe, ne kadar da tutsak olduklarını bu sürekli kaçıştan ne kadar yabancılaştıklarını fark edebilirler. Cesur olmak, belki de en korkutucu şey. Kimse, kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemiyor. Ama ben de burada, düşünmeye devam edeceğim. Kendi içimde bir yerlerde, bir cevap bulabileceğimi ümit ederek.
Kendimiz gibi olduğumuz, içsel huzurumuzu bulabildiğimiz keyifli günler dilerim.