Lavinya Dergisi

FERASET
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Gözlerini kıstı, ufka baktı. İnsan, bazen göremediği şeyleri de hissederdi. Rüzgârın yönü değişmeden önce yaprakların titremesini, fırtına kopmadan önce denizin suskunlaşmasını. Bazıları buna şans derdi, eskilerse feraset.
Feres; at demekti. Atlar gözleriyle 180 ve 360 derece görürdü. Bir gözüyle geride bıraktığını, diğeriyle önündekini ama ikisiyle birden, bütün yolu. İnsan da öyle olmalıydı. Bir yanı maziden kopmamalı, diğer yanı istikbale sapmadan koşmalıydı. İlaveten feraset; yalnızca görmek değil, bilmekti. Bir tehlikenin kokusunu, bir fırsatın gölgesini, bir yalanın rengini sezmekti. Atlar suyun zehirlisini içmezdi. Yolun yanlışına sapmazdı. Kendi varlıklarıyla geçmişin ve geleceğin aynasıydı. İnsan da böyle olmalıydı. Körü körüne bakmamalı, baktığını okumalıydı ve feraset, yalnızca bilgiden doğmazdı. Bilgi kitaplardan gelirdi ama öngörü zamanla. Tecrübeyle harmanlananlar, gözleriyle değil, ruhlarıyla bakardı. İşte bu yüzden eski bilginler boş konuşmazdı. 
Artık zaman değişti; şehirler büyüdü, yollar uzadı. Feraset sahibi olanlar azaldı. Kervanlar yanlış yolda, çünkü yolcular sabırsız, öfkeli ve yalnızdı. Hızlandıkça ufukları daraldı, daraldıkça mutsuzlaştı. Nitekim Nietzsche “Yolunu kaybeden, hızını artırır.” demişti. Çağın insanı koştu, koştu ve nereye, niçin gittiğini unuttu. Teknoloji arttı, hikmet azaldı. Sesler yükseldi, anlam kayboldu.
Geçmişte insanlar bir kahve içip düşünecek vakti bulurdu. Şimdi içilen kahvenin tadı dahi yok oldu. Çünkü feraset sadece görmek, bilmek, sezmek değil, durmak ve anlamaktı. Fakat nice manayı özümleyen kalmadı. Yine de geç kalınmadı. Çünkü feraset doğuştan gelen bir yetenek değil, öğrenilebilen bir sanattı. 
Ve yol yüzyıllardır görebilenler için doğru istikamete çıktı.