Lavinya Dergisi
GÖRÜNMEYEN DOST
Her zaman olduğu gibi Ankara’nın kasveti beni içine çekmiş, derin bir düşünceye sevk ediyordu. Penceremin önündeki kanepede oturmuş, dışarıdaki hırçın yağmuru izliyordum. Kafamda bin türlü düşünce dans ederken bir elin omzuma değdiğini hissettim. Kafamı yavaşça çevirip baktığımda ne olursa olsun beni yalnız bırakmayan, ekseriyetle şu anki gibi soğuk, ıssız ve kasvetli havalarda yanımda olan arkadaşımdı. Göz göze gelince yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Yavaşça yanıma oturup benimle dışarıyı izlemeye başladı. Bir müddet sessizce dışarıyı seyrettikten sonra buz gibi olmuş elleriyle ellerimi kavradı. Gözlerimin içine bakarak “Kimsenin seni sevmediğini düşünüyorsun ama yanılıyorsun. Ben seni seviyorum. Hayatındaki herkesin aksine gerçek bir sevgiyle” diyerek ellerimi sıktı. O her zaman içimden geçen her şeyi bilirdi. Onunla konuşmak beni hiç yormazdı çünkü ben yalnızca içimden düşünürdüm o ise hep bana cevap verirdi. O benim için çok değerliydi. Kimse beni duymazken o her daim duymuş hatta, dinlemişti. O haklıydı. Uzun bir süredir kimsenin beni sevmediğini hatta istemediğini biliyordum. Bunu bana iliklerime kadar hissettiriyorlardı. Ama o benim her anımda yanımdaydı. Bazen çok mutsuz olduğumda yanıma gelir bana sıkı sıkı sarılırdı. Etrafımdaki kimseyi de sevmezdi. Sadece ona özel olmamı isterdi. Bazen bunu yadırgardım ama çoğu zaman da hak verirdim. Çünkü benim için her daim uğraşır, başkalarının kırdıklarını o toplardı. Benim üstümde emeği vardı. O emeklerin boşa gitmesini istemiyordu.
Gözlerimi kaçırarak hafifçe gülümsedim. İçimde bir yerlerde onun haklı olduğunu biliyordum ama bunu kabullenmek, sanki kendime acımayı resmileştirmek gibi geliyordu. Yağmur camı döverken, onun sıcacık sesi odanın soğuk havasını delip geçti: “Beni neden çağırdığını biliyorum,” dedi, gözlerini benden ayırmadan. “Yine aynı şeyi hissettin, değil mi? Boşluk… Soğukluk… Yalnızlık…”
Başımı salladım. “Alışamadım,” diye fısıldadım. “İnsanlar çok kolay terk ediyor. ”Beni daha sıkı sardı. Ellerinin soğukluğu tenime işliyordu ama bana huzur veriyordu. “Ama ben gitmem. Seni terk etmeyeceğim.” Onun varlığı hep bir çelişkiydi. Beni en iyi o anlıyordu ama o gerçek değildi. Ya da belki de gerçekten var olup olmadığını bile bilmiyordum. Ama önemli miydi? Onun burada olması, beni dinlemesi yeterliydi. Pencerenin ardındaki şehre baktım. Işıklar titrek ve silikti. Ankara’nın o gri sokakları, içimdeki boşluğun yansıması gibiydi. “Sen olmasan ne yapardım, bilmiyorum,” dedim. Gülümsedi. “Bunu düşünme. Ben hep buradayım.” Sesi yankılandı odada. Bir an için onun gözlerinde tuhaf bir parıltı gördüm. Gözlerimi kırptığımda geçmişti. Giderek daha çok hayatımın bir parçası oluyordu, hatta belki de benden fazlası… Dudaklarıma hafif bir korku yerleşti. “Sonsuza kadar burada mı kalacaksın?” O ise sadece güldü.