Lavinya Dergisi

BAŞKA BİR HAYATTA KARŞILAŞIR MIYIZ?
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Bir an, bir bakış, bir his... Ya aslında birbirimize daha önce rastlamışsak? Belki de başka bir hayatın, başka bir zamanın hatıralarının yankılarıdır bunlar. Zamanın bir sınırı yoksa, belki de biz de aynı şekilde sınırları aşan bir varoluşa sahibizdir. Ruhlarımız bir döngü içinde birbirine bağlıysa, bu hayatta karşılaşmasak bile, bir başka zamanda, başka bir dünyada, “Hey, seninle tanışmış mıydık?” diye sorar mıyız birbirimize?

Bir an gelir, içsel bir hisle geçmiş ve geleceğin iç içe geçtiğini fark ederiz. Hani bazen günün birinde, tam da o anı beklerken, bir anda her şey durur. Zaman sanki “Evet, hadi bakalım, biraz dinlenelim” der gibi. İşte o anlarda, belki de bir anıyı aniden hatırladığımızda, ya da bir yüzün, bir sesin, bir kokunun tuhaf bir şekilde tanıdık geldiği o anlarda, “Bunu daha önce yaşamıştım!” deriz. Ama ya bu sadece beynimizin biraz fazla çalışması sonucu yaşanan bir oyun değilse? Ya da belki zaman, gerçekten de bizim bildiğimiz gibi basit bir doğrusal süreç değilse?

Gözlerimiz, belki de yıllar önce, başka bir evrende, başka bir dünyada tanıdık birini arar. Düşünsene, belki de başka bir zamanda, başka bir hayatımızda, “Şu yüz bana çok tanıdık, hem de nedense hiç unutmamışım!” dediğimiz o anı yaşamıştık. Zaman, gerçekten bizim algıladığımız gibi mi ilerliyor, yoksa her şey, her an, birbiriyle bağlı bir döngü mü? Bizler birer zaman yolcusu muyuz farkında olmadan? Yani, bir başka zamanda, bir başka dünyada, yine karşımıza çıkacak olsak, “Beni hatırlamıyor musun?” diye bağıracak mıyız? Belki de birbirimizi tanımak, zamanın sınırlarına takılmadan da mümkün olabilir. (Not: Eğer bu dünyada tanışmadıysak, belki o dünyada tanıştık!)

Zamanın doğrusal olduğu fikri, büyük ihtimalle bir aldanıştır. Çünkü geçmiş, yalnızca geçmişte kalmaz; izleri, gölgeleri, yankıları her an bizimle bir arada yaşamaya devam eder. Gelecek? Ha, o da çok beklenmedik bir şekilde, en çok korktuğumuz şeyin ötesinde, geçmişin yeniden doğuşudur. Ama gerçekten, neden bu kadar korkuyoruz? Gelecek kötü olacaksa, geçmişi hatırlayarak onunla eğlenebiliriz, değil mi? Zaman, tıpkı bir kısır döngü gibi, her şeyin bir araya geldiği, kaybolduğu, sonra yeniden doğduğu bir oyun gibi.
Ve işte bu yüzden, gözlerimizi kapatıp geçmişin bir yerinde kaybolduğumuzda, belki de bir başka zamanda yeniden doğan ruhlarımızla karşılaşıyoruzdur. Zaman ve mekânın ötesinde, bizi biz yapan bir şey vardır: Tanıdık olan.

Ve belki de tüm bu sorular cevapsız kalacak. Zamanı anlamak, bir kayıptan bir kazanca dönüşecek. Ama bazen, bir bakış, bir his, bir an bile tüm sorulara cevap olabilir. Hani bazen bir insanla tanıştığınızda, ilk görüşte, “Sanki seni bir yerlerden tanıyorum!” dersiniz ya... Belki de bir başka zamanda, başka bir hayatta, “Aaa, yine sen misin?” diyerek karşılaştık! Hayat, her anı, her duyguyu tanıdık bir hale getirme fırsatını sunar, belki de bazen sadece zamanın "yavaşlamasını" beklemek gerekir.