Lavinya Dergisi

SİTTE-İ SEVR
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Nisan, takvimde baharın adıdır. Fakat Anadolu toprağı bu çağrıyı hemen duymaz. Dağ yamaçlarında tomurcuklar belirir,  gökyüzü açılır, havada saklı bir sessizlik vardır. Işık gölgeleri kovalar. Soğuk, pusuda ve hala oradadır. Cemre düşer sırayla; hava ısınır, su çözülür, toprak canlanır. Bir kıpırtı başlar dallarda ama içte ürperti vardır. Kış gitmiş gibi yapar ama vedasız kalmak ister. Son bir kez üfler içimize, geriden gelir ve gölgesini uzatır.

Bu geç soğuğa halk “Sitte-i Sevr” der. Sitri; geçmeyen dirençlidir… Sevir; savrulan, kararsız. İnsanı da şaşırtan arsız. Ne yeri bellidir ne vakti. Bir esintiyle çıkar ortaya, ne beden tanır ne aklı. Bir gülüş yeter içini ısıtmaya, bir kelime döndürür seni karanlığa. Tam oldu dediğin anda, o eksik çıkar aralıktan sızmaya.

Hayat da böyle yürür aslında: Isınırsın, durursun, yine başa dönersin defalarca. Emekle ördüğün baharı beklerken, don gelir yanı başına. Ektiğin yeşermez, kalbin buz tutar, yol yarım kalır, söz yutulur, ses eksilir. Tam vardım derken, yarı yolda taşıtın gitmez. Lakin bilirsin; dışarıdaki hava her an değişir. Mevsimler sürprizleriyle bilinir. En çok da insanoğlu evindeki sıcağa sahip çıkmazsa, dışarıdaki soğuk onu tüketir.

Yaşamak,

Biraz sabır, biraz sızı, en çok da gönülden razı olmakla tasvir edilir.

Ve Sitte-i Sevr geçmeden yaz gelmez.

Bu aşamada Firuzan’ın sözlerine kulak verilir:

“Neredeyse Sitte-i Sevr fırtınaları başlar.

Benim romatizmalarımın da eli kulağında.

Hele bir yaza varalım.”