Lavinya Dergisi

“KIRIK SAAT”
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Kasabanın en eski sokaklarından birinde, ahşap panjurları çatlamış küçük bir saatçi dükkânı vardı. Vitrininde dikkat çeken onlarca saat arasında biri, diğerlerinden hep farklıydı. Eski, cep tipi, altın kaplama bir saat... Camı hafif buğulu, içi tozla doluydu. Ama en dikkat çeken yanı, yelkovanının yıllardır 15:23’ü göstermesiydi. Sanki zaman, onun için orada durmuştu. Her sabah Sami Efendi vitrine bir bezle dokunur, diğer saatlerden farklı olarak ona fısıldar gibi davranırdı. "Sen de beni unutmadın, değil mi Ada?"

Sami Efendi, yaşını çoktan unutmuş bir adamdı. Gözleri yorgun, omuzları çökmüş, elleri titrekti ama içinde bir gençlik ateşi saklıydı. O ateşin adıydı Ada. Gençlik yıllarında tanışmışlardı; kasabaya yeni taşınan, şiir gibi konuşan, kır çiçekleri gibi kokan bir kızdı Ada. İkisi bir saat gibi birbirine uyumlu, bir melodinin iki notasına benzerdi. Zamanı birlikte tükettiler, dakikaları gülüşlere sardılar. Ama hayat, bazen zamanı sadece vermekle kalmaz, alır da... Ada bir sabah, gözlerinde tuhaf bir hüznün iziyle, “Ben gitmeliyim,” dedi. İstanbul’a gitmesi gerekiyordu. Kısa sürecekti belki ama… hiç dönmedi.
Yalnız bir mektup bırakmıştı ardında: “Bu saat durursa, bil ki ben de bir yerde durmuşumdur.” Ve o gün, 15:23’te saat durdu.

Yıllar aktı. Sami, o mektubu bir daha kimseye göstermedi. Hiç evlenmedi. Hiç taşınmadı. Her gün, o saatin önünde durdu. Belki döner diye bekledi. Belki bir gün saat yeniden çalışır diye... Dükkanı onun mabediydi; zamanı değil, hatıraları tamir ettiği bir sığınak.

Bir sabah, komşu fırıncı dükkânın açılmadığını fark etti. Pencereye yaslananlar, Sami Efendi’nin dükkanın içindeki sandalyesinde başı öne eğilmiş durduğunu gördü. Elinde o eski cep saati vardı. Ve işte o an, herkes bir mucizeye tanık oldu. Saat, yıllar sonra ilk kez yeniden çalışıyor, yelkovan ağır ağır dönüyordu. 07:10’u gösteriyordu.

Ama hepsi bu değildi.

Dükkanın köşesine bırakılmış zarfsız bir not vardı. Sami Efendi’nin titrek yazısıyla yazılmıştı:
“Zamanı sevmedim ben. Ada’yı sevdim. O durunca, ben de durdum. Ama şimdi yeniden başlıyoruz. Belki başka bir yerde, başka bir zamanda… Belki ilk defa tam saatinde.”

Cenazesi sessizdi. Sade. Ama tüm kasaba oradaydı. Herkes, ondan bir aşka nasıl sadık kalınabileceğini öğrendi o gün. Saatin gösterdiği 07:10, mezar taşına da kazındı.

Ve söylentilere göre… o cep saati, mezar başında her sabah tam 07:10’da çalışmaya başlıyordu. Sonra yeniden duruyordu. Ada için. Aşk için. Zaman için değil.