Lavinya Dergisi
YAZ EŞİĞİ
Gülşah DEMİRCİ
“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Bir eşikteyim şimdi. Arkama dönüp baktığımda uzun sürmüş bir kışın yorgunluğu… Baharın dallarına bağlanan umutlar, takvimlerde çiçeklenememiş… Gökyüzüne serilmiş bulutlar yorgun, çatılara tünemiş kuşlar yorgun, yeryüzüne değen yağmur taneleri yorgun… Sanki elden ele geçmiş bu yorgunluk, sirayet edivermiş birbirini tanımayan bir kalpten diğerine… Baktıkça her suret nasıl da birbirine benzemiş… Herkes, herkesleşivermiş. Her şey, her şeyleşivermiş… Yılgın bakışlardan belli… Çökük omuzlardan… Dile getirilmese de belli ki aynı lisan konuşuluyor her bedende. Umudu sığınak bellemişiz. Beklemenin kıyısında oturuyoruz hepimiz. Beklemek yorgun…
Bir eşikteyim şimdi. Önümde uzanan yol, yazın müjdecisi… Deniz kokusu çarpıyor burnuma, dalgalar oldukça davetkâr… Bahar istediğimiz gibi olmadı, diyor rüzgâra karışan bir ses... Beklentilerimizin canı burnunda... Umut ibrelerimiz bu sefer yaza çevrilmiş… Takvim yapraklarının arasından başını uzatan haziran gülümsüyor. Bulutların arasından turuncu güneş, neşeyle sıcacık bir selam veriyor. Kuşlar kanatlarını açmış, yavaş yavaş buharlaşıyor gibi yeryüzünden yorgunluk. İnanacak oluyorum, tüm benliğimle inanmak istiyorum hatta. Ama inanmak yorgun…
Yaz eşiği bu, bildim… Her yaz olduğu gibi tazelenmek var sayfaların arasında. Güneş damlatmak içimize kumsallarda… Tuzuna bulamak tenimizi maviliğin… Erimek sıcaklığında toprağın, suyun, havanın… Temize çekilmeli günleri geride kalan kışın... Haziranın elinden tutup cesurca yürümek istiyorum yaza doğru! Her adımımda biraz daha canlı, biraz daha dinç… Yorgunluklar kalsın geride! Böyle söyleyince göğsümden rengârenk bir kuşun havalandığını düşlüyorum. Hâlbuki en çok düşlerimden vurulmuyor muyum ben? Üzgünüm, heyecanlanmak yorgun…
Yaz eşiğinden atlayabilmek kolay değil. Önce iç çekmecelerini dökmek gerek ortaya. İçine doldurup yüklendiğin ne varsa teker teker boşaltmak… Yüzleşmek, yüzleştikçe hafiflemek… Suyun yüzeyine bırakabilmek kendini ve öyle yüzdürebilmek yeni hayal gemilerini… Tenin barışmasa da ruhun barışabilmeli yazın sıcaklığıyla!
Aynaya bakıyorum, saçlarımda birikmiş kırlar, yüzümde derinleşen çizgi çizgi yollar… Bakıp bakıp gördükçe kıştan kurtulamayan yansımamı, bakışlarımda biriken yağmurlarla ıslatıyorum yanaklarımı… Pusulası şaşmış bir ömür ne kadar da anımsatıyor bir diğerininkini! Yaz eşiğinde duruyorum öylece… Herkes, ne de çok herkes! Farklılaşmak yorgun…
Tüm aynaları kırmak geliyor içimden. Sonra tüm saatleri… Yırtıp yırtıp uçak yapmak takvimleri… Gidişlere rötarlı… Yol ayrımlarını sevmiyorum. Ayrılıklar dahil… Tam da bu yüzden bu öfkem… Kızgın güneşten eksiği yok! Yakıyor içimi. Ve yaktıkça çoğalıyor acısı. Öfkelenmek de yorgun…
Aslında öfkelenmek de yersiz, kabul edebilirim. Elden ne gelir, nefes aldığımız sürece yaşıyoruz işte! Daha önce de inanmıştım hazirana. Yine yapabilirim sanırım. Yaz eşiğinde durduğum yerde boşaltıp çekmecelerimi, yüzleşebilirim tüm dağınıklığımla… Bırakabilirim kendimi bilmediğim sulara, tuz basabilirim yaralarıma! Hem bunca yorgunluğa rağmen, bir şarkı “bakarsın umduğundan iyi geçer yaz!” diye fısıldıyor kulağıma! Ben hâlâ bekliyorum, inanıyorum ve heyecanlanıyorum! Yaz eşiğinden umutla atlıyorum!