Lavinya Dergisi
SARKAÇTA ASILI HAYAT
Bazen hayat, eski bir duvar saatinin içindeki sarkaç gibi geliyor bana. Hep ileri geri. Hep aynı çizgide. Ne tam bir başlangıç, ne de bir bitiş. Sadece salınan bir an: geçmiş ile gelecek arasında sıkışmış bir şimdi. Ve biz, o anın tam ortasında, hep bir karar eşiğinde, hep biraz eksik, biraz fazla…
Geceleri, en sessiz zamanlarda, içimizdeki saat daha da belirgin tıkırdar. Uyuyamayan bir tarafımız vardır hep. Gündüzün gürültüsünde susturduğumuz sorular, gece olup her şey durduğunda tekrar belirir. Neden buradayım? Ne arıyorum? Ve en korkutucu olanı: Ne kaybettim?
Hayat dediğimiz bu uzun yürüyüşte, hep bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Fakat düşündün mü hiç, biz gerçekten nereye gidiyoruz? Uzak dediğimiz yer aslında nedir? Belki de aradığımız şey, çoktan içimizdeydi de biz onu dışarılarda, başkalarının onayında, alkışında, sevgisinde aradık. Oysa içimizde büyüttüğümüz boşluklara dışarıdan hiçbir şey sığmıyor.
Bazen hafızamız bir tavan arasında unuttuğumuz eski kutular gibi. Üzerleri tozla kaplı, açmaya korktuğumuz anılarla dolu. Bir kutuyu açınca diğerleri de düşüyor. Zincirleme bir sarsıntı. Gülümseyerek hatırladığımız bir çocukluk günü, bir anda içimize ağır bir hüzün gibi oturabiliyor. Neden bazı mutluluklar geçmişte kaldığında buruklaşır? Neden bazı anılar yalnızca tekrar yaşanamadıkları için değerli hale gelir?
İnsan ne tuhaf bir varlık… Hem unutmak ister, hem de unutulmamaktan korkar. Bir yandan anılarını bastırır, diğer yandan hatırlanmak için yazar, konuşur, iz bırakmaya çalışır. O zaman soralım: Anı mı bizi yaşatır, yoksa biz mi anılara tutunarak ayakta kalırız?
Aynaya baktığımda bazen kendi bakışımı tanımıyorum. Gözlerimde bir bulanıklık, bir yorgunluk. Belki de çok fazla sustum. Ya da çok fazla konuştum ama hiçbir şey söyleyemedim. Peki ya sen? Aynaya baktığında hâlâ kendinle göz göze gelebiliyor musun?
Belki de bu yüzden yazıyoruz. Kelimelerle kendimizi yeniden kurmak için. Her cümle bir tuğla. Her paragraf, içimizdeki yıkılmış evlerin onarımı. Ama yine de eksik kalıyor çoğu zaman. Çünkü bazı duygular, kelimelere sığmaz. Çünkü bazı kırılmalar, sadece sessizlikte yankılanır.
Zaman… En büyük yanılsama belki de. Saçımıza düşen ilk beyaz teli görünce başlar bazı şeyler. Geriye dönüp baktığında, ne kadar hızla geçtiğini fark edersin. Ama asıl soru şu: O hızda sen gerçekten orada mıydın? Yoksa sadece olup bitene tanıklık mı ettin?
Ve şimdi, bu satırları yazarken düşünüyorum: Belki de asıl mesele, hayata ne kattığımızdan çok, hayatın bizden neleri alıp götürdüğüdür. Peki ya biz, neleri isteyerek verdik?