Lavinya Dergisi

VİCDAN: İÇİMİZDEKİ YARASIZ YARGIÇ
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Vicdan... Ne garip kelime. Ne yasaya, ne dine, ne ahlaka tam olarak sığar. Ama hepsinin gölgesi altında, sessiz bir yargıç gibi oturur içimizde. Karar vermez, hüküm giydirmez. Sadece sorar: "Sen bununla yaşayabilecek misin?"

Hiç kendi kalbinizin içinden geçen bir cümleyle yüzleştiğiniz oldu mu? Öyle bir cümle ki, bir odanın duvarlarını yalayıp geçen yangın gibi, ruhunuzu sarar. O cümle genellikle şu olur: “Bunu yapmasaydım keşke.”
Ama geç kalınmıştır. Çünkü vicdan, en çok susturduğumuzda konuşur.

Peki neden sustururuz?
Çünkü vicdanın sesi, çıkarın sesi kadar yüksek değildir.
Çünkü doğrular, bazen karın doyurmaz.
Çünkü bir çocuğun ağlamasını duymaktansa, televizyonun sesini açmak daha kolaydır.

Sahi, kaç kez "benim yerimde olsaydın sen de aynısını yapardın" dedik bir başkasına?
O cümledeki gizli suç ortaklığını fark ettiniz mi hiç?
Vicdanımızı aklamak için, başkasının potansiyel günahına sığınıyoruz.

Bir dilenci gördüğünde gözünü kaçıran sen...
Bir hata karşısında üç maymunu oynayan sen...
Hakkını arayamayan birini gördüğünde "beni ilgilendirmez" diyen sen...
Sen, gerçekten vicdanının huzurunda temiz misin?

Ama hemen kızma. İnsan bu. Bencilliğiyle barışık doğar, empatiyi sonradan öğrenir. Vicdan da böyle bir şeydir işte; doğuştan gelen değil, kazılarak ortaya çıkarılan bir cevher.

Bazıları vicdanı yastık gibi kullanır. Kafasını koyar, rahat uyur. Bazıları içinse vicdan, çivili bir yataktır; her dönüşte kanatır.
Seninki hangisi?

Bir çocuk ağlarken kulaklarını tıkıyorsan,
Bir sokak köpeği can verirken "doğa kanunu" diyorsan,
Bir kadın öldüğünde "ama o da..." diye başlıyorsan cümleye,
Senin vicdanın sadece kendi sınırları içinde mi geçerli?

Ve en acı olanı: Bazıları vicdanını sadece mezarlıklarda bulur. Sessiz taşlar arasında gezinirken hatırlarlar neyi unuttuklarını.
Ama oradaki sessizlik, artık hiçbir pişmanlığa cevap vermez.

Ama ya vicdansızlık? Onun sessizliği, bir suskunluk değil; bir yokluktur. Vicdansız, sadece duymayan değil, hissetmeyendir. Bir çocuğun ağlayışı ona gürültüdür, bir canlının acısı istatistik. Başkalarının yıkımı karşısında omuz silkmesiyle, kendi konforunu kutsaması arasında hiç fark yoktur. Vicdansızlık, merhametin küflü raflara kaldırılması değil, o rafların hiç var olmamasıdır. Belki de en tehlikelisi odur; çünkü vicdan azabı çeken birinden umut doğabilir. Ama vicdansız, gece rahat uyur. Çünkü karanlık onun için bir örtü değil, bir yuva olmuştur.

Vicdan, seni başkalarından değil, kendinden sakınır.
Vicdan, sen sustukça bağırır.
Vicdan, her şey bittiğinde bile hâlâ oradadır.
Ve bazen, yalnızca bir "özür dilerim" yeter ona.
Ama çoğu zaman insanlar, bir özrü cehennemden daha korkunç bulur.

Aşkta da konuşur vicdan. En çok da giderken.
"Onu böyle mı terk edeceksin?" diye fısıldar.
Severken değil, vazgeçerken tartar seni.
Çünkü aşk sadece kalpte değil, vicdanda da taşınır.
Birini kırmadan gitmek mümkün müdür? Belki evet. Ama kırdığında dönüp bakmıyorsan, işte o zaman gerçek zararı verirsin.
Birini sevmiş olmak, onu incitme hakkını vermez kimseye.
Ve bazen en büyük vicdansızlık, hisleri öldürmek değil, yaşanmışları yok saymaktır.

Peki şimdi, dönüp kendine sor:
Bugün kimin için sustun?
Hangi gerçeğin önüne perde çektin?
Ve bu gece, gerçekten huzurla uyuyabilecek misin?