Lavinya Dergisi

MEYVE TABAĞI
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

  Ceviz ağacından yapılmış masanın üzerindeki yemeklere göz gezdirdim. Çeşit çeşit yemek, masadaki dokuz aç kişi tarafından yenmek için bekliyordu. Bu dokuz kişinin önünde pembe desenli servis tabakları, altın kaplama çatal bıçak takımı ve yine sap ve ayak kısmı altın kaplamalı kadehler. Masanın uç kısmında kıpkırmızı şaraplar. Ayaklı bir sunum tabağı, içerisinde tatlı, ekşi, sulu ve dolgun meyveler yerini almış yenmek için sabırsızlanıyorlardı. Meyvelere gözüm daldığında düşündüğüm ilk şey, bu güzel meyvelerin tıpkı bu masadaki insanlar gibi tüm farklılıklarına rağmen bir arada bulunmasıydı. Bu güzel meyvelere daldıkça cezbedici kokuları burnuma gelmeye başlamıştı. Tam bu sırada şarap servisini tamamlayan ev sahibi, yemeğe başlamamız için eliyle kibar bir işarette bulundu. En aç olanlar direkt çatallarına sarıldılar. Hızlı hareketlerle tabaklarına tüm yemeklerden azar azar aldılar. Azar azar dediğime bakmayın. Sanki yıllardır açmışçasına kaşık kaşık yemek doldurmuşlardı önlerindeki tabaklara. Bunları yapanlar tıpkı kendilerini yansıtan karmakarışık bir tabak hazırladılar. Yanımdaki kişi tabağına yalnızca birkaç çeşit yemek doldurdu. Ev sahibine gülümseyerek tabağını doldurma işini bitirdi. Masanın altından diğer elini karnının üzerinde dairesel hareketler yaparken gördüm. Belki karnı tok veyahut ağrıyordu fakat yine de ev sahibini kırmamak için tabağına birkaç kaşık yemek doldurmuştu. Ne kadar da kibar bir insandı. Ben de yavaş yavaş acıkmıştım. Ama gözüm o meyve tabağına o kadar takıldı ki aklımda onlardan başka bir şey yoktu. Yalnızca onları yemek istiyordum. Masada duran çeşit çeşit yemeklerden hiçbiri umurumda değildi. İçimden kimse görmeden sadece meyve alsam diye geçiriyordum fakat bu hem ev sahibine ayıp olacak hem de herkesin hakkını yemiş olacaktım. İstemeyerek de olsa birkaç kaşık yemek doldurdum tabağıma. Herkes tabağındaki yemeklere odaklanmış, çıt çıkmıyordu. Ortamdaki tek ses çatal bıçakların sesiydi. Herkes yemeğe o kadar dalmıştı ki az önce bir tane erik yediğimi kimse fark etmemişti. O eriğin tadı o kadar güzeldi ki tabağımdaki yemekler artık dikkatimi çekmiyordu. Şu an düşündüğüm tek şey eriğin ağzımda bıraktığı mayhoş tattan ibaretti. Uzun süren sessizliğin ardından masadaki şen şakrak kişinin konuşmasıyla herkes söze karıştı. Ev sahibi oldukça neşeli ve eğlenceli biriydi. Herkesle sohbet ediyor, misafirlerinin memnuniyet derecelerini zihnine yerleştiriyordu. Karşımda oturan kişi gözlerini dikmiş beni izliyordu. Yüzünde hiçbir mimik yoktu. Yalnızca gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Önündeki tabağa baktım. Tabağı yalnızca deniz mahsulleriyle doluydu fakat hiçbirine dokunmamıştı. Tıpkı benim gibi. Acaba o da benim gibi o meyveleri yemeyi mi bekliyordu. Ama öyle olsa benim gibi tabağını az doldururdu. Fakat o tabağını öyle bir doldurmuştu ki tabağın kenarındaki pembe desenler dahi gözükmüyordu. Belki de hem tabağındakileri hem de meyveleri yemek istiyordu ama ikisine de nasıl yer ayıracaktı? Hem o meyveleri önce ben fark etmiştim. Evet hepsi benim değildi ama masadaki kimse onları benim fark ettiğim gibi fark etmemişti. Herkes yemeklere odaklanmıştı.


  Yaklaşık yarım saat süren bakışmanın ardından ev sahibinin kahkahası ayırdı karşımdaki kişiyle gözlerimizi. Herkesin tabağına yavaş yavaş göz gezdirdim. Kimse doğru düzgün yemeklerini yememiş, herkes iki veya üçüncü kadehini içiyor, sohbet, kahkaha devam ediyordu. Zaman zaman biri bir şaka yapıyor masadaki herkes gülmekten ağlama derecesine geliyordu. Ben tüm tabaklara göz gezdirdikten sonra karşımdaki kişinin tabağına bakmaya başladım. Tabağının neredeyse yarısı boşalmıştı. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Yalnızca birkaç dakika gözlerimi ayırmıştım. Demek ki bir an önce meyve yemek için hızlı hızlı tabağını bitirecekti. Benim tabağım onunkinden az olmasına rağmen bir anda bana karşı üstünlük sağlamıştı. Ben yarım saattir ona bakmaktan tek bir lokma yememiştim. Tabağımdakilere baktığımda artık onları yemeyi hiç istemiyordum. Burnuma gelen çilek kokusu tabağımdaki karidesi yememe engel oluyordu.


  Kendimi zorlayarak da olsa tabağımı yavaş yavaş bitirmeye başlamıştım fakat tabağını bitiren tek kişi ben değildim. Karşımdaki kişi tabağındaki her şeyi yemiş, bir kırıntı tanesi dahi bırakmamıştı. Yüzüme ister istemez sinsi bir gülümseme yerleşti. Bu tabağın üzerine meyve yiyemeyeceğine o kadar emindim ki. Masadakiler hala muhabbet ediyor, ne yemeklerle ne de meyveyle ilgilenmiyorlardı. İşte şimdi saatlerdir hayalini kurduğum o güzel, sulu meyvelerin tadını çıkarabilecektim. Birkaç dakika tabağım önümde bekledim. Elimi meyve tabağına uzatmayı düşündüm fakat ben uzatırsam o da uzatacaktı ve belki de benden daha fazla meyve alacaktı. Her meyveden ikimize de yetecek kadar vardı ama o meyveleri yemeyi benim kadar hak etmiyordu. Tüm tabağı kendi önüme alabilir ve hepsini yiyebilirdim. Fakat ya o da aynısını düşündüyse nasıl ondan daha hızlı olacaktım? İkimiz de tabağa aynı mesafede duruyorduk fakat onun kolları benimkinden hem daha güçlü hem de daha uzun gözüküyordu. Ona karşı şansım çok azdı. Belki de hiç denememeliydim fakat elmanın o parlak yüzeyi gözüme yansıyordu adeta. Onun sulu tadı beni cezbetmek için zihnime yerleşmiş, sanki tabağın içinden bana cilve yapıyordu. Hayır pes etmeyecektim. Onlar benim olmalıydı. Hepsini ben yemeliydim. Kararımı verdim. Önce karşımdaki kişinin gözlerine baktım. Üstünlük kurmak için sert bir bakış attım. Ardından elimi yavaşça meyve tabağına uzattım. Karşımdaki kişinin elleriyle ellerim karşı karşıya geldi. Panikledim ve ayağa kalkıp masanın ucundaki meyve tabağını hızlıca karnıma doğru çektim. Masada ani bir sessizlik oldu. Tüm gözler bana dönerken karşımdaki kişinin elleri şaraba doğru uzandı. Başından beri istediği oymuş demek ki. Resmen benimle oyun oynadı. Ben masaya yavaşça otururken kadehini doldurup bana bir bakış attı. Saatlerdir mimiksiz duran adam kadehini dudaklarına yaklaştırırken bana bakıp gülümsedi.