Lavinya Dergisi
DENİZE BIRAKILANLAR, PALMİYELER VE DÖNÜŞ
Gülşah DEMİRCİ
“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Dönüş yolundayım, baştan sona deniz tuzuna bulamışım kendimi, ayaklarımdan hâlâ kum taneleri dökülüyor. Bana üstten bakan palmiyelere çeviriyorum başımı, yanlarında ne kadar da küçüğüm! Göğün maviliğinden bir selam iletiyorlar sanki bana, yeşil yapraklarının arasından gülümsemeler düşüyor önüme ya da ben öyle istiyorum, bilemiyorum. Ne de olsa insan görmek istediği gibi görüyor. Hele de duygular karışınca işin içine duyular nasıl da tekinsizleşiyor! Bunu bile bile bir gülümseme daha aşırıyorum, biraz maviden biraz da yeşilden.
O gülümsemenin içinde zamanı geri sarıyorum. İki kez daha gelmiştim buralara önceden. Kumlar adımlarımı bilir, deniz tenimi tanır bu yüzden. Palmiyeler görmeyeli biraz daha uzamış sanki, o kadar. Her şey tanıdık. Bu tanıdıklık hissinin sıcaklığı sarmış etrafımı. Tepede kollarını sonuna kadar açmış güneş değil, aidiyet ateşi yakıyor beni. İçten içe biliyorum, böylesine bağ kurmuş olmak tehlikeli.
Hafiflemek için gelmiştim buraya. Suyun üzerine yatmak, suya anlatmak, suyu dinlemek, suya karışmak… Nicedir denize bırakmak için biriktirdiklerim vardı. Yol çağırıyordu işte. Bu içsel çağrıyı duyup da duymamazlıktan gelemezdim daha fazla. Aidiyet duyduğun yer hep seni bekliyordu. Sen de onu…
Bir cümlenin altını çizmiştim kumsalda otururken. Kitabı kapatıp kucağıma bırakırken bakışlarım ufukta asılı kalmıştı. “Bekleyişte zaman kayboldu.” diyordu o cümle. Bu kısa cümle ne kadar da uzun geldi bana. İçinde bekleyiş geçen her cümle böyle miydi yoksa? Kıyıları döven dalgalara sordum. Hırçın ve köpüklü bir cevap bıraktı ayaklarımın ucuna. “Sabır, beklemekten uzun.” dedi. Aldım o cümleyi, avuçlarımın arasında sabrın başını okşadım. Şefkatle ehlileştirebilirim sandım. Ah, bu sanmalar!
Hırçın dalgaların karşısına geçtim sonra. Suyun bana çarpmasına izin verdim. Sessizce durdum, ayaklarımın altından çekilen kumlara aldırış etmedim. Suya bıraktım sabrı, suda yüzsün istedim. Avuçlarıma ağır geldi, ben taşıyamadım, su onu kaldırabilir dedim. Kaldırdı da, yüzdürdü de… Ama her defasında dalgalar yine bana getirdi onu. Benden inatçıydı su. Pes ettim, o sabrı yanıma aldım da ayrıldım o kumsaldan. Avuçlarımdaki çizgiler şimdi daha derin…
Evet, vakit geldi, zaman devrildi, gidiyorum. Her gelişin bir de gidişi var. Peki ya her gidişin bir gelişi? Adımlarımı sürüyorum, içimde sessizce büyüyen burukluk… Palmiyeler arkamdan “Bekliyoruz” diyorlar ya da ben öyle duymak istiyorum. Duyular ve duygular! Ama bu tekinsizliğe her zamankinden çok inanmak istiyorum. Palmiyelerin tebessümlerinde açıyor rengârenk çiçekler. Mavi daha mavi oluyor, yeşil daha yeşil… Dünya güzelleşiyor. Dönüp arkama “Beklemeye değer!” diye haykırıyorum. Yankılanan sesim çimenleri okşuyor, kumları havalandırıyor, dalgalara karışıyor. Denize bir fısıltı oluyor: “Beklemeye değer.”
Dönüş yolundayım… Gittiğim yollardan dönüyorum. Kendimden kendime… İçimde tekinsiz bir inanç, avuçlarımda bitmeyecek bir dua! Zamana inat!