Lavinya Dergisi

TATLARIN HAFIZASI
Pelin ŞEHİDOĞLU

Sözcükler bir kaç hece lakin bilmezler ki bizim evrenimizde binbir gece.

Her tat bir zamana açılır.
Bazen bir ısırık, yıllar önce bırakılmış bir cümleyi hatırlatır.
Bazen bir yudum, susulmuş bir gecenin kapısını aralar.
Dil unuttu derken,
damak hatırlar.
Tarçın, bir kış akşamıdır.
Annenin sessizce karıştırdığı süt tenceresi,
üşümüş ellerin sığındığı bir fincan.
Tarçın, konuşmayan bir şefkattir.
Hiçbir yere gitmez, gitti sanırsın ama o hep mutfakta bir raftadır.
Biraz çocukluk, biraz içlenmek.
Limon, bir vedadır.
Sıkılmış bir yüz gibi buruşturur içini,
ama ardından gelen ferahlık unutulmadığını fısıldar.
Ekşi, sadece tat değildir;
eksilmenin kendisidir.
Limon, kalanla yetinmeyi öğretir insana.
Bal, bir sabah uykusudur.
Henüz uyanmamış bir evin içinde gezinen huzur.
Kalabalıktan uzak,
zamanın yavaşladığı o an.
Bir dilim ekmeğin üzerinde parlayan sarı bir anı:
Her şeyin henüz bozulmadığı zamanlardan.
Kahve, bekleyiştir.
Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını,
ya da sadece biraz daha zaman geçmesini istersin.
Telvesinde kader ararsın ama asıl olan,
fincanda duran sessizliktir.
Kahve, içe dönüştür.
Kendinle karşılaşmanın bahanesi.
Ve tuz…
Evet, tuz yine orada.
İzlerin kenarında, unutulanlarda,
yaranın hâlâ orada olduğunu hatırlatırken
bir yandan da hayatta kaldığını söyler.
Çünkü tatların en eskisi tuzdur.
İlk tattır.
Ve belki de son.
Tatların hafızası vardır.
İnsan unuttuğunu sandığı ne varsa,
bir lokmada geri alabilir.
Bir dilim meyvede, bir çorba kaşığında, bir kırıntıda bile
anılar saklıdır.
Ve belki de bu yüzden bazı sofralar sessiz kurulur.
Çünkü kelimelere gerek yoktur.
Tuz konuşur.
Kahve bekler.
Limon sızlar.
Tarçın sarar.
Bal hatırlar.