Lavinya Dergisi
EV
Ev nedir? Damı akar mı? İçine yağmur dolar mı? Pencereden bakılınca çocukluk görünür mü? Yabancı yüzlerin ardına saklanılır mı? Doğulan yer midir? Yanında huzur bulunan kişi midir? Eşyalarla mı kurulur? Bir bakışla mı tamamlanır?
Belki de ev…
Gidilen bir yayladır; sisin sabahları perdelerce indiği.
Belki de ev…
Dalgaların kıyıya vurduğu bir sahildir; yakamoz saklı şiir gibi.
Belki de ev…
Yeni bir buluşmanın heyecanıdır; rüzgârın saçları savurduğu.
Ev, doğmak, çatı, korunak, aşk, yol arkadaşı…
Kimi zaman ev, sadece bir omuzdur, yorgunluğun, suskunluğun, yükün bırakıldığı ve ardında tüm sessizliğiyle beklenildiği. O her zaman bir kapıdan içeri girmek değildir ki! Bazen onu tanıyan duvarlara varmaktır. Bazen toprak kokusunda, bazen de uzak bir rengin içinde saklıdır. İnsan bu bağlamda çoğu zaman eskiyi korumak ile yeniyi kurmak arasında sıkışır. Hayat, herkesi bu seçimle sınar: “Ya geçmişin çatısını onarmak ya geleceğin temellerini atmak.” İkisine birden gücü yetmemek. İllaki tercihlerle konuşmak.
İşte bu hengâmenin içerisinde: “Doğduğu evi onarmaya bütün gücünü harcayan, kurduğu eve vakit ve enerji bulamaz.” Unutulmamalıdır ki doğulan ev, bir seçim değil başlangıçtır. Kurulan ev ise seçimdir ve son sözdür. İkisini karıştıran yenisini kaybeder. Geçmişi olur ama geleceği olmamaya mahkûmdur.