Lavinya Dergisi
SESSİZLİKTE KAYBOLMAK
Sifonu çeker çekmez tanıdık bir ses işittim. Sınıftaki kızların sesi her zamanki gibi kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. Aralarından ince sesli olan kız her konuştuğunda sanki birisi kulağımı oyuyormuş gibi hissediyordum. İlk başta dışarı çıkmayı düşündüm fakat onlarla yüz yüze gelme düşüncesi bana engel oldu. Bir müddet ayakta bekler onlar çıktıktan sonra çıkarım diye düşündüm. Kokusu çok da iç açıcı olmayan okul tuvaletinde beklemeye başladım. Birkaç dakika kızların gülüşmeleri, sohbetleri eşliğinde ayakta durmaya devam ettim. Aslında şimdi de çıkabilirdim ama ayaklarım bir türlü gitmeme izin vermiyordu. Neredeyse on dakikadır buradalar ve ben on dakikadır neden çıkmadım merak edebilir ve ben gittikten sonra arkamdan ne kadar tuhaf olduğumu düşünüp gülebilirler. Gerçi bu senaryo yaşanmasa dahi hakkımda böyle düşündüklerine emindim. Her ne kadar sıkılsam da sanırım biraz daha dayanabilirdim.
Beklerken aslında bir yanımın içten içte onlarla beraber olmak istediğini biliyordum. Onlarla sohbet etmek, şakalara kahkaha atmak, rujumu tazelemek için lavaboya gitmek… Bunları elbette istiyordum fakat korkuyordum. Ben onlarla arkadaş olmak istesem dahi onlar bunu istemezdi biliyorum. Ben onların gözünde onlardan çok farklıydım. Onlar sürekli konuşurken ben sınıfın sessiz, sakin kızıydım. Herkes bir anda arkadaş olabilmişken ben tek başıma kalmıştım. Her zamanki gibi yapayalnızdım. Onların konuştukları konulardan uzak, tek rutini okuldan eve, evden okula gitmek olan, asosyal, ruhsuz bir kızdım. Aslında öyle biri değilimdir fakat bazı ortamlarda bu kişiliğim ön plana çıkar ve ben buna asla engel olamam.
Dakikalardır ayakta beklemek artık git gide zorlaşmıştı. Kızlar o kadar çok konuşup gülüyorlardı ki zamanın farkında değillerdi anlaşılan. Yaklaşık yarım saattir buradalar ve artık bu saatten sonra çıkmam imkânsız bir hale geldi. Şimdi çıkarsam her şeyden önce sanki onları dinliyorum zannedebilir ve rahatsız olabilirlerdi. Daha doğrusu bu beni onların gözünde daha farklı bir konuma dahi taşıyabilirdi. Yavaş yavaş belim ağrırken gözüm buğulanmaya başladı. Bir anda içimden ağlamak geldi. Kendi halime ağlamak. Şu anda resmen kapana sıkışmış bir fare gibi tuvaletin bir köşesinde sessizce saklanıyordum. Neden? Bunu kendime neden yaşatıyordum? Bir anda kendime o kadar acıdım ki yere oturup hüngür hüngür ağlamak geldi içimden. Bekledikçe ağlama hissim daha da artmıştı ama ağlayamazdım.
Dakikalar mı geçti, saatler mi bilmiyorum. Zaman artık bana ait değil gibiydi. Kalbim yavaş atıyor ama göğsümde kocaman bir taş gibi duruyordu. Dışarıdaki kahkahalar zamanla azaldı. Belki de kızlar sonunda çıktı. Ama artık önemli değildi. Buradan çıkmak istemiyordum. İçimde bir şey kırılmıştı ve ben onu toplamak için yerimden bile kıpırdayamıyordum. Bir ara elimle duvara dokundum. Soğuktu. O kadar soğuk ki… Sanki duvar bile benden uzak durmak istiyor gibiydi. Ağlamak da gelmiyordu artık içimden. Sanki gözyaşlarım bile terk etmişti beni. Boşluk… sadece o vardı şimdi. Sessiz, karanlık ve tanıdık bir boşluk. Ve belki de… burada kaybolmak en kolayıydı. Kimse fark etmeden. Kimse “nerede kaldın?” demeden. Çünkü kimse merak etmezdi. Etmediler.