Lavinya Dergisi
SESSİZ YÜRÜYÜŞ VE ATILACAK ADIMLAR
Gülşah DEMİRCİ
“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”
Yürüyorum… Önümde uzanan ağaçlıklı ve çakıllı yol fısıldayıp tüm zarafetiyle beni davet ediyor. Hafif hafif esen rüzgâr saçlarımın arasından geçerken bana bu çağrıyı tekrarlıyor. Kayıtsız kalamıyorum, ormanın derinliklerine doğru yürüyorum. Gerçekte adım atmıyorum ama… Adımlarımın yankısı zihnimde…
Cebimden iki sözcük düşüyor kucağıma: Tasavvur ve tahayyül… Ne de güzel iki sözcük… Tam olarak bu iki sözcüğe teslim ediyorum kendimi. Beni baştan sona sarıp sarmalamalarına izin veriyorum. Kuracağım cümleler artık onların… Gözlerim kapanıyor usulca. İki sözcüğün elimden tutmasıyla zihnim adımlarını hızlandırıyor. Kendimi daha güvende hissediyorum. Sessiz bir yürüyüş başlıyor böylelikle… Bir arayış belki de… Neyi, kimi aradığını bilmeden… Yolun sonu nereye varır, düşünmeden…
Yanlarından geçip gittiğim ağaçların yaşlarını merak ediyorum. Başları göğe uzanmış, dallarını kuşlara yuva yapmış ağaçlar… Dünya toprağına ne de güzel kök salmışlar! Ah, o yaşam yorgunu ağaçlar! Bu kadar dik kalabilmeyi neye borçlular? Yürüdükçe kendi aralarındaki lisanı duyabiliyorum, tebessümle cevap veriyorlar bana: “Doğru köklenirsen hayata karşı eğilmezsin, yaşamla dans edersin. Yaprak döksen de başın değer hep göğe.”
Duyduğum cümleleri idrak süzgecimden geçiriyorum. Duymak yetmiyor çünkü! Duyumsamak ve anlamak gerek aynı zamanda! İki sözcüğü dinlendiriyorum biraz. Ben de gözüme kestirdiğim bir ağaç kovuğuna dayıyorum sırtımı. Zihnimden kalbime iniyorum. Bir ağaç bilgeliği emanet ediyorum ona! Biliyorum ki zihin unutur, kalp unutmaz! Kalbimin hafızasına daha çok güveniyorum. İçime çektiğim her nefes “Yürümeye devam et!” diyor bana.
İki sözcüğü yanıma alarak adım adım ilerliyorum. Yazın bittiği düşüyor aklıma. Eylül gelip kurulmuş takvimlere. Güzün hüznü sızıyor usul usul… Sonra kocaman bir yapılacaklar listesi açılıyor önümde. Öyle ya, atılacak çok adım var daha! Gözüm korkmuyor değil! Ama üzerime çöken rehaveti de geride bırakma zamanı. Zihnimdeki bu karmaşanın içerisinde rengârenk kanatlarını iki yana açmış bir kuş beliriyor önümde. İki gagasının arasından yayılan şarkı ormanda yankılanırken gözlerimin içine bakıp “Doğaya ayak uydurmayı bil!” diyor bana. Sesindeki cıvıltıyı, gözlerindeki parıltıyı da yerleştiriyorum kalbime. Bir kuş yüreği nasıl atar öğreniyor kalbim.
İlerledikçe yollar yollara bölünüyor. Ağaçlar sıklaşıyor, bir labirentin içinde sıkışıyor ruhum. Göğü göremiyorum. İşte o zaman bir karanlık çöküyor üzerime. Endişe tohumları çatlıyor, korkular filizleniyor içimde. Ormanın tekinsizliği sarıyor etrafımı, adımlarım adımlarıma karışıyor. Yön duygumu yitiriyorum. Kaybolmanın eşiğinde zihnim korkuyla soruyor: Ya yolumu bulamazsam? Ya kaybolursam?
Ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum ve kalbime emanet ettiğim bir film imdadıma yetişiyor bu sefer. O filmin içinden bir dervişin fısıldamasını duyuyorum kulağımda: “Yürümek yeterli, sadece yürümek. Davet edilenler yolu bulacaktır.” Ve üzerine kadifeler serilmiş sesiyle ekliyor: “İnancı olan kişi asla kaybolmaz, küçük meleğim.”
Yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum...