Lavinya Dergisi
VİTRİNDEKİ TOZ
Burjuva… Kelime bile ağır. İçinde parıltı var, gösteriş var. Ama sesini duysan, boş bir kristalin tınısı gibi. Parlak ama boş. Görkemli ama kırılgan.
Onların hayatı, bir sahne aslında. Perde hep açık. Dekorlar yerli yerinde. Kahkahalar, alkışlar, şık elbiseler… Ama sahnenin arkasına geçsen, makyaj akmış. Maskeler ter içinde. Kimse gülmüyor. Gülüşler ezberlenmiş çünkü. Hayatları bir tiyatro, seyircisi olmayan.
Evleri… Sessiz. Sessizlik huzurdan değil, fazlalıktan. Duvarlarda pahalı tablolar asılı. Altında ise görünmez boşluklar. Kristal bardaklarda şarap dolaşır ellerde. O bardak, susuzluğu değil yalnızlığı giderir. Çok eşya, çok ışık, çok gürültü. Ama ruh hâlâ aç. Çünkü en keskin açlık, en dolu sofralarda hissedilir.
Burjuva vitrinde yaşar. Vitrin pırıl pırıl. Camlar silinmiş, eşyalar kusursuz dizilmiş. Ama vitrinin arkasında bir depo vardır. Karanlık. Dağınık. Tozlu. Orada saklanır tüm pişmanlıklar, yorgunluklar. O yüzden vitrinin tozu her gün alınır. Çünkü parlaklık, en kolay maske.
Ama mesele sadece para değil. Burjuvalık, bir ruh hâli de. Orta halli bir evin mutfağında bile bulunur bazen. Fazla hesaplı cümlelerde. Başkalarının gözünde iyi görünme derdinde. Parlatılmış ilişkilerde. Nezaketin ardına saklanmış korkularda. Para cüzdanda değil belki, ama tavırda, kelimede, bakışta.
Ve işte bir gün, kristal bardakta küçücük bir çatlak belirir. O çatlak, bütün görkemin içini açığa çıkarır. Çünkü ne kadar saklarsan sakla, boşluk bir yerden sızar. Kristalin içindeki tını, sonunda kırılmaya mahkûmdur.
Burjuvalık, vitrindeki tozdur belki de. Sürekli silinir, sürekli parlatılır. Ama geri gelir. Çünkü asıl mesele, tozda değil. O tozu durmadan biriktiren görünmez boşlukta.