Lavinya Dergisi

SON BİR RİCA
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

   Refakatçi koltuğunun sert dokuması saatlerdir bedenime işliyordu. Odanın içinde klasik hastane kokusu, sürekli kulağıma çarpan kalp monitörünün bip sesi… Kafamın içinde bitmek bilmeyen bir savaş, günlerdir beynimi kemiren karmaşık sorular… Her biri saat geçtikçe içime işlemeye devam ediyor. Tabi bir yandan da karnımdan çıkan garip sesler boş odayı sarmalıyor. Günlerdir düşünmekten boş kalan midem isyana başlamış, kuru, çatlak dudaklarım ise her hareketinde canımı yakıyor. Şu an günlerdir av bulamayan bir kurt kadar açım fakat yiyemem.  Hem hasta yatağında ölümü bekleyen birinin karşısında nasıl iştahla yemek yiyebilirim ki? O son yemeklerini gönülsüz, zorla yerken ağzıma lokma sürmek hakkım mı?  O, her gün artan acılarıyla boğuşurken benim burada oturup saatlerce düşünmem de ne kadar doğruydu bilmiyorum. Beni öyle zor bir duruma soktu ki…

Ölmeden son bir isteği vardı benden ama ben bunu nasıl yaparım, nasıl? Günlerdir bu soru aklımda dolanıyor fakat asla bir cevap veya sonuç bulamıyor. Düşünmek dediysem o kadar basit değil. Tüm benliğimle düşünüyorum. Farklı pencerelerden gözcülük yapmaya çalışıyorum ama olmuyor ne yaparsam yapayım bir karar veremiyorum. Sürekli kendimle savaşıyorum. O, benden bunu bir iyilik olarak istedi ama bir insanı öldürmek ne zamandan beri iyilik sayıldı?  Veya bir insanın her gün yavaş yavaş, acı içinde kıvranarak ölmesine şahitlik etmek ne zamandır vicdana sığıyor? Hiçbir sorunun cevabı yok.

 Bazı geceler onun acı dolu inlemeleriyle irkilince kararımı verdiğimi sanıyorum. O acı çektikçe canım yanıyor, gözlerimdeki bütün yaşlar sanki anlaşmış gibi aynı anda bırakıveriyorlar kendilerini. Göğsüm daralıyor, beynim sanki o an beni terk ediyor. Elim ayağım birbirine dolaşıyor. Bir an önce acısına bir son vermek istiyorum. Huzura varsın, o da özgürlüğüne karışsın istiyorum. Bir iki adım zar zor atıp geriye gidiyor ayaklarım. Aslında o anda da bir karar veriyorum: acı çekmesine göz yumuyorum.

Önce vicdanımla hareket etmek istiyorum ama zihnim buna izin vermiyor. Israrla bunun etik olmadığını fısıldıyor bana. Ama bu düşünce bana ait değil. Çünkü o defalarca yalvardı. Sesi hâlâ kulaklarımda: titrek, çaresiz, bitkin… Ben ise suskunum. Artık sadece gözlerimiz konuşuyor. Gözlerindeki yorgunluk beni ele geçiriyor. İçimdeki ses: “Bunu yap, onu özgürlüğüne kavuştur, buna bir son ver.” Ve ben ilk kez nefesimi tutarken şunu fark ediyorum: kararımı sonunda verdim.