Lavinya Dergisi
HAKİKAT
Hakikat nedir? Söyleyenin sesi mi, duyanın yüreği mi belirler onu? Bir söz ne kadar doğruysa, o kadar tehlikeli midir sonu? Ve gerçekten aranan doğru mu? Yoksa duyulmak istenilen yalan mı, hakikat diye süslenip duruldu?
Bazıları… Sessizce düşündü, kalabalığın ortasına cümleler bıraktı. Herkes kendi eğriliğini, o aynada gördü. İçten içe biliyordu ki, olanı dile getirdi ama çoğu zaman işe yaramadı. Hakikat, konforu bozdu, düzeni sarstı, sessiz çıkarları açığa çıkardı. O yüzden susturuldu, küçümsendi, görmezden gelindi. Zaman geçti, kelimeler unutuldu ama hakikat, unutulsa da kaybolmadı. O insan vardı ya… Bir gün muhakkak haklı çıktı. Diğerleri onun haklılığını hatırladıkça eksildi.
Hallac-ı Mansur, Bağdat’ta taşlanmak için bekledi. “Enel Hak” dediğinde, Tanrı’yla bütünleşmişleri ve mutlak doğruyu ifade etmek istedi. Fakat insanoğlu kalbine ve kulağına değil, korkularına ve önyargılarına inandı. “Ben Hakkım.” sözünü yanlış anladı. “Ben Tanrıyım.” dediği yönünde onu suçladı, taşladı, susturdu. Hallac’ın sözleri ve cesareti, öldürüldüğü yerde dahi yankı buldu. Anlaşıldıkça, hakikatin kudreti büyüdü. Hatta bu öğreti çeşitli tasavvufi düşünceleri etkiledi ve Mevlana’nın eserlerinde dolaylı da olsa iz bıraktı.
Yüzyıllar geçti. Taşlar yerine öfkeli sözler atıldı. Sosyal medyada doğru beğenildi. Fakat çoğunluk yaşarken yine işine geleni seçti. Vicdanlara filtre konuldu. Ve her iyiyim deyişinde benlik, küçük bir yalanla kendinden uzaklaştı. Artık kimse “O haklı.” demedi. Herkes “Ben haklıyım.” dedi. Aradaki fark ise, insanlığın yalnızlığında ve yorgunluğunda görüldü.