Lavinya Dergisi

YOLCULUK
İlke Aslı ERDOĞAN

Durupta bakmalı akıp giden zamanda, yaşamdaki ufak detaylara...

   Yapraklar sararmıştı havanın gözleri buğulu, kafası sisli gibiydi. Boğucu, bunaltıcı bir gündü. 
Bugün bu şehirden ayrılıyordu. Ayrılmanın verdiği hüzünden olsa gerek, kendi hissettiği gibi görüyordu havanın durumunu...

   Kütük gibi ağır bavulları ve sırtındaki çantasıyla çıkmıştı yolculuğa. Önce otogara geldi daha otobüse binmeye hazırlanıyordu ki, otogarın ortasında ortalığı yıkarcasına ağlayan minik çocuğa gözlerini kaydırmadan edemedi. Çocuk babasının elini tutmuş annesini otobüste uğurlarken ağlıyordu... 

Olayı anlayınca döndü ve kendini sorguladı. 

- Geride bırakmak zorunda kaldıklarım için en son ne zaman ağladım? 
Bu şehirden ayrılırken neden içim, için için ağlarken dışım ağlayamıyor? Neyi bastırıyorum bu kadar, belki de bir çocuk gibi ağlamaya benim de ihtiyacım var... 

Belki o da bir saat sonra ağlayıp susacak diye düşündü ama hayatta kayıpların ve ayrılıkların kaçınılmaz olduğunu anladı. Geride bıraktıklarının değerini daha çok hissetti ve hayatı ellerimizle tutamayacağımızı, bırakıp kabullenmemiz gerekenleri küçük bir çocuğun ağlamasında gördü ve kendi yolculuğunda ayrılmak zorunda kaldıklarını düşündü... 

   Uzun bir yola çıkmıştı. Saatler düşünerek geçiyordu.  Geride kalanlar, önüne çıkacaklar... Derken hafif uyku bastırdı. Kafasını cama yasladı, yolun hafif çıkıntılarından kafası cama çarparak uyuyordu. Muavin seslendi; ilk ara, otuz dakika mola!
Uyku sersemliğini üzerinden atmak için kendini otobüsten dışarı attı. Yüzüne vuran rüzgârla içeride ne kadar havasız kaldığını hissetti aniden. Burası kocaman çayırları olan bir köy yoluydu. Etrafta hayvanlar ve bilinmezliğin verdiği bir huzur vardı. Sanki kocaman bir boşluktu ama boşluğun içi bir tablo gibi hissettiriyordu. Mistik bir rüzgarın yüzüne sertçe çarpışıyla irkildi. Hafif üşümüştü, ama gözleri çayırda rüzgardan salınan kuru otlara takılıyordu. O sırada omzuna bir kelebek kondu. Süzülür gibi inmişti sanki;

Dünyada her şey yerli yerinde ve acelesizken, bu kadar düşünerek tüm yolu mahvettiğini anladı. Kelebeğin anın içinde süzülüşünü izledi. Her şey yerli yerinde, tam da o anın içindeydi sanki. Sadece o zamandan ve mekandan bağımsız, nerede olduğu belirsiz yaşıyordu. İşte o an etrafına baktı, herkes anı yaşarken içindeki varoluş sancısını sorguladı. 

- Arkamda bıraktıklarımı ve yolun sonunda varacağım yeri düşünmekten bu güzelim yolculuğun tadını almadan varacaktım. Peki ya sonuç? Sonuçlar sürecin güzelliğine göre anlamlandırılmaz mı sanki? 

O an yolculuğun tadını gerçekten almaya başladı, duraklar hayatın levelleri gibiydi, hepsi yolu uzatıyor sanılıyorken aslında ihtiyaçlarımızdı. Önemli olan durup düşündüğümüz duraklamalarımızdaki anlamı bulmak, onların hakkını vererek yaşamaktı... 

   Yola devam etme vakti gelmişti. Otuz dakikanın içinde zaman katman katman açılmıştı sanki. Derin bir nefes çekti otobüse geri bindi. Herkes başka konuda konuşuyor; sanki hepsi kendi evreninde yaşayan, aynı çatı altında buluşan, insanlarla bir arada gidilen bir yoldu bu. 

Çaprazdaki amca çok dertli duruyordu, en önde oturan abla ise çok neşeli, muavin düşünceli, bir yanda oturan genç ise hayallere dalmış gibiydi... Birkaç  saat sonra bir şehrin otogarında yolcu almak için durdular. Muavin, 30 dakikalık yeni bir mola ilan etti. Herkes biraz rahatladı ve koltuklar kurtulmak istercesine boşaltıldı. Anın içinde kalma kararı aldıktan sonra, en son inmek istedi ve tüm inen yolcuları inceledi. Birçok insanın ruh hali onu yormuştu. Otobüsün önünde bir sigara yaktı. Tam o sırada çaprazdaki dertli görünen amca yanına geldi,
- Ateş var mı birader?
-Buyur abi. 
Nereden geliyorsun nereye gidiyorsunlar konuşulduktan sonra dertleşme faslına geçildi.  Meğer abinin öyle olması boşa değilmiş. Çocuğu kansermiş, tam bu zor durumdayken yakın zamanda işten çıkartılmış... Tedaviler ağırmış ve çocuk için seferber oluyorlarmış... 

- Düşündü, -kendi yolculuğunu çok zor görmüştü- acaba ben kendi hayatımda zorluklara karşı yeterince direnebiliyor muyum? Fark etti ki en büyük mücadele zorluklara karşılaşmakta değil o zorluklara direnme amacında ve seni bu yolculukta ayakta tutma sebebindeydi... 
Onu bu yola çıkaran sebepleri tekrar hatırladı ve yol yeniden anlamlandı...

   Tekrar otobüse döndüler. Yolcular sırayla koltuklarına yerleşti. Yanındaki yaşlı teyzeye geçmesi için öncelik verdi. Kadın yaşlılıktan yola dayanamayıp tüm yol boyunca uyumuştu. Şimdi açılmış olsa gerek, konuşmaya başladı. Yanında olduğunun farkına varınca küçük bir çocuk merakıyla irdeliyordu hayatını.
Anneler, babalar, kardeşler, evlatlar... Tüm hayatını anlatma isteği dolup taşıyordu teyzeden... 

-Benim de senin yaşlarında evladım olacaktı şimdi. 
Ama çocukken vefat etti. Dedi... 
Kızımla küs ayrıldı yollarımız dedi, yüreğinden kopan kocaman bir pişmanlıkla...

-Derin bir sessizlikle içine döndü: Ne zaman biteceği belli olmayan bu yolculukta neden birbirimize darılıyoruz, neden kırıp incitiyoruz? 
Kendi kırgınlıklarını sorguladı, affedemediklerini, yakınken bile arasında kilometrelerce mesafe hissettiklerini? Ne gerek vardı ki? Belki bir gün - bir gün o da hepsini affedecekti... 

Bu yolculuk sıradan değildi. Onu derinlerde kalmış birçok konuda sorgulatmıştı...
Sanki yolculukta gördüğü herkeste biraz kendinden bir parça vardı. Belki de yolu anlamlı kılan buydu, herkes kendi evreninde yaşarken, bu yolculukta aynı çatının altında birleşiyorlardı. Aynı dersleri farklı konularda öğretiyordu hayat. Yolculuğu anlamlı kılan ise her durakta yeniden büyümekti. Gören gözler için, durup anın içinde farkına varabilenler için, bu yol insanı büyütüyordu... 

- Son durağa gelmişti, yeni bir başlangıç bekliyordu onu, yeni şehir, yeni bir otogar...  
Muavinden valizlerini aldı, sanki valizler eskisi kadar ağır gelmiyordu. Hava açıktı. 
İçindeki kara bulutlar dağıldı; 
Arkasını dönüp otobüse baktı ve içinden yüksek bir sesle geçirdi:
-"Hayat bir yolculuk gibidir her durakta farklı şeyler öğretir..."