Lavinya Dergisi

YÜZME BİLMİYORDU
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

    “Atla suya dedim, atladı. Yüzme bilmiyordu. Biz onu çıkarana dek neredeyse boğuluyordu. Onu çekip sudan çıkardım diye… Bana öyle minnet duydu ki, atla diyenin ben olduğumu hepten unutmuştu.” John Steinbeck’ten “Fareler ve insanlar”.

    Bu cümle, insan doğasının karanlık bir eğilimini açığa çıkarır: Bir eylemin başlangıcı görünmez kılındığında, sonuç kendi başına bir erdem gibi parlamaya başlar. İtiş unutulur, kurtarış büyür.

    İlk sebep karanlık bir odada bırakılırken, son sahne bir sahne ışığıyla yüceltilir. Aslında burada işleyen şey iyilik değil, algının yönüyle ilgili bir pratiktir. Kurtaran el, kendi rolünü görünür kılmayı başarır; suya sürükleyen niyet ise perde arkasına çekilir.

    Toplum da çoğu zaman bu görünürlüğün peşinden gider. Göz, en parlak anı seçer; arka plandaki gölgeyi incelemeye pek heves etmez. Filozofların söylediği gibi, güç çoğu zaman iyilik kılığına bürünerek işler.

    Birini dibe yaklaşacak kadar zorlamak, sonra onu yukarı çekmek. Bu, hem etkiyi gösterir hem de minneti garanti altına alır. Ortaya çıkan şey, yardımın kendisinden ziyade, yardım edenin hükmünün kanıtıdır ve burada asıl bilgi şudur:


    Kurtuluş anı, düşünmeyi bastıracak kadar güçlüdür.

    Nefes geri gelir, ama sorgu gecikir.

    O an için görünen kurtaran el, suyun nasıl kabardığı sorusunu gölgede bırakır.

    İnsan ilişkilerinin felsefi çelişkisi de tam burada durur:

    Bir tehlikeden çekip çıkarılmak, bazen tehlikenin neden var olduğunu unutturur.

    Minnetin ağırlığı, muhakemenin terazisini bozar.

    Kurtaran el kutsallaşabilir; o eli harekete geçiren zincir görünmez kalabilir.

    Sonuç olarak, bu cümlenin asıl gösterdiği şey şudur:

    Bazen bir kurtarış, hakiki bir iyilik olmaktan çok, öncesinde yaratılmış bir kırılmanın üstünü örten bir dokunuştur.

    Suyun ortasında beliren el öne çıkar, suya yönelten işaret ise tarihin kenarına düşer.