Lavinya Dergisi

İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

Yaklaşık beş dakikadır aynada kendimi izliyordum. Kendimi hayatım boyunca ilk kez bu kadar güzel ve zarif hissediyordum. Kırık beyaz elbisem esmer tenimi süslemiş, kırmızı rujum ise beni daha çekici göstermişti. Her ne kadar kendimi saatlerce izlemek istesem de bahçede beni bekleyen kalabalığa karışmam gerekti. Aynada son kez kendime bakıp merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladım. Üzerimde gereksiz bir özgüven vardı. Dışarıdan sanki ilk kez doğum günü kutlayacakmışım gibi gözüküyor olabilirdim. Hatta eminim bahçenin bir köşesinde birileri benimle dalga geçiyordu.

Bahçeye çıkar çıkmaz tüm gözler üzerime çevrildi. Tahmin ettiğimden daha fazla kişi gelmişti. Herkesin beyaz giymesini rica ettiğim için bahçede bir sürü kuğu yan yana duruyordu sanki. Bu görüntü oldukça hoşuma gitti. Arka planda klasik müzik çalarken tek tek konuklarımla tokalaştım. Herkesin keyfi yerinde görünüyordu. Bir grup kendi arasında kahkahalar eşliğinde sohbet ediyor, bir grup farklı pozlarla resim çekiniyorlardı. İkramlar dağıtılıyor, içkiler yudumlanıyor, gayet güzel bir gün yaşanıyordu. 


İlerleyen saatlerde artık pasta kesme vakti gelmişti. O muazzam büyüklükteki pastam, kendisi kadar olmasa da yine oldukça büyük masanın üzerinde beni bekliyordu. Çocukluğumdan beri pasta kesmek beni hep heyecanlandırmıştı. Ama hayatımda ilk defa bu kadar insanın önünde pasta kesecektim. Büyük bir sevinçle masanın önüne geçip mumları üflemek için hazırlandım. Tüm gözler üstümde, pastayı kesmem için beni izliyorlardı. Elime bıçağı alıp pastayı keserken bir anda yüzüme kırmızı bir sıvı sıçradı. Bıçağı elimden bırakıp ellerimi yüzüme götürdüm. Alkış tutan eller havada kalmış, herkes meraklı gözlerle beni izliyordu. Bir anda şiddetli bir çığlık attım. 


“Bu…bu kan!” 


Kan yavaş yavaş masanın üzerinden çimlere doğru akıyordu. Bir anda insanlar bağırmaya başladı. Kimileri kusmamak için ellerini ağzına götürmüş, kimileri sanki kaçmak için kapıya yaklaşmıştı. Dudaklarım titreyerek: 


“Ne oluyor? Bu nasıl olabilir?”


Kalabalık benim paniğimle daha da paniklemeye başlamıştı. Herkes fısır fısır konuşurken masanın solundaki çınar ağacından yüksek bir ses geldi. Tüm gözler ağaca yöneldi. Ağaca bakar bakmaz herkesin gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına kocaman oldu. Kafamı çevirip ağaca baktığım vakit  öncekinden çok daha güçlü bir çığlık attım. Ağacın üzerinde bir ceset, ağacın gövdesinde yol alan kan…


İnsanlar bir anlık donmuş sessizliğin ardından paniğe kapıldılar. Kimileri sandalyeleri devirdi, kimileri koşmaya başladı. Bir kadın yere çömelip ağlamaya başladı. Ve herkes kaçışırken ben hâlâ pastanın önünde duruyordum. O muazzam parti bir anda mahşer yerine dönmüştü. Derken bir kadın yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde bağırmaya başladı:


“Nefes alamıyorum!” 


Önce o kadın, ardından bahçedeki herkes yavaş yavaş bayılıp yere düştüler. Son kişi de yere düşerken bir kahkaha attım. Zavallı insanlar nereden bilebilirlerdi ki büyük bir zevkle içtikleri o şarabın sonları olacağını?


Pastamın kenarından aldığım ufak parçayı ağzıma götürürken yüksek sesle:


“İyi ki doğmuşum!”