Lavinya Dergisi

ŞÖVALYENİN TESLİMİYETİ
Gülşah DEMİRCİ

“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”

Müttefik ve düşmanın birbirine karıştığı hayat adı verilen savaş alanında yapayalnız bırakıldığında, o kimsenin bükemediği boynunu eğiverdi şövalye… Kaderiyle savaşmaması gerektiğini anladığında, hayal kırıklıklarıyla bilediği kılıcını düşürüverdi yere. Bazen savaşmak gereksizdi ve yerinde teslimiyet, çoğunun anlayamayacağı bir güç gösterisiydi… O gücü gösterebilmek, bir korkağın değil; ruhumücerredin işiydi ve o şövalye bunu içten bilirdi. Alışık olduğu savaşı bırakıp teslim olması gerektiğini anladığında, o koca zırhının altında dudağını büküverdi şövalye… Miğferini maske yaptığından yüzüne, görmüyordu kimse. Üzüntüsünü gömdü yine içine… Sessiz bir feryat koptu göğüs kafesinde, altı kimsenin uğramadığı ıssız bir mezarlık… Ve o mezarlıkta teker teker öldürmek zorunda kaldığı duygular… Ötesi ise müzmin bir yalnızlık… Boynu eğik, dudağı bükük bir kalp… Hassas ve kırılgan… Koruyabilirdi ne bir zırh, ne de kalkan… Şövalye bunu da çok iyi bilirdi… Varsın kimse bilmesin, kimse görmesindi… Gölgesini dost edinebilen, bir eliyle diğer eline yârenlik de ederdi. Şimdi zırhını çıkartacak, miğferini atacak, şefkatin kucağına çırılçıplak uzanacaktı… Bu savaşın kaybedeni yoktu, herkes biraz hayat yorgunu… İçten bir teslimiyetle samimi bir zafer kazanacaktı onun şövalye ruhu! “Kılıcından daha keskindi hayal kırıklıkları… Saplandı, göğsünü kana buladı… Nefes nefes büyürken acısı, Diz çökmedi ama Kan kırmızı gül’üverdi Usulca eğerken başını…”