Lavinya Dergisi

İNSAN
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

Sonsuzluğa uzanan, türlü güzelliklere kucak açmış, düşünürken bile büyüsüne kapıldığımız kocaman kainatta; türlü sınavlarla donatılmış bambaşka hayatları yaşıyoruz. Ortak bir noktamız var ‘insan olmak’ . Yine en büyük ve en sancılı ‘ortak’ sınavımız “insanca, insancıl, insan olduğumuzun farkında olarak yaşamak.” Henüz beynimizin ne kadarını kullanıp, olaylara akıl sır erdirebiliyoruz bu tartışılması gereken bir konu. Fakat burası yeri değil. Anlaşılması ve kabullenilmesi gereken genel geçer olguları kabullenmek için yüzde yüzünü kullanmak gerekmediği aşikar. Anne karnında başladığımız dünya yolculuğuna çıkarken, hangi kıtada doğmak istediğine karar veren var mı? Annesini seçen? Ya da bu yolculuğa insan olarak çıkmayı tercih eden var mı? Naçizane fikrime göre yok… Öyleyse hepimizin aynı olduğu fikrinde mutabık olmalıyız. Aslında ilkokul yıllarında hayat bilgisi kitaplarının ortasında, tam da “23 Nisan” konusunda hepimizin zihninde yer ettiğine emin olduğum bir fotoğraf var: ortada bir dünya, çevresinde el ele tutuşmuş farklı kıyafette, farklı renkte, farklı boyda, farklı ırkta, farklı dilde lakin aynı gülüşte olan bir sürü çocuk var. Ve öğretmenimiz başlıyor anlatmaya; bir insanı dili, dini, rengi, ırkı, cinsiyeti yüzünden yargılamamalıyız, bunlar birer tercih meselesi değildir ve aralarında bir üstünlük ya da düşkünlük yaratmaz. Hepimiz eşit haklara ve eşit özgürlüğe sahibiz. Bu harika söylem yılın sonuna doğru en zengin ailenin çocuğunun madalya almasıyla, yoksul bir çocuğun kıyafet alamayacağı endişesiyle yılsonu gösterisinde rol alamayışıyla, beyazın siyahtan üstün tutulmasıyla, şehirli ailenin köylü ailenin masasına oturmak istemeyişi ve insanların birbirine farklı dünyalardaki farklı pencerelerden bakmasıyla sona erer. Çocukken henüz bir haksızlıkla karşılaşmadıysak ve kendi dünyamızın dışına çıkamadıysak herkesin eşit olduğunu düşünmek kolaydır. Hatta hayatın gerçek tarafıyla yüzleşmemiş olmak çocuk kalmakla eş değer olabilir. Bir ırk nasıl olur da diğerinden üstün olabilir? Bu sorun, aklımızın da kalbimizin de almaması gereken bir mesele. Renkleri birer ayrıştırıcı olarak görmek yerine merhametimizi insanlığımızın turnusolu olarak görmek birlik olmak ve farklılıkları ortadan kaldırmak adına bir seçenek olabilir. Paranın zerre kadar anlam ifade etmediği bir coğrafyada dünyaya gelmiş olmayı ve o coğrafyanın kaderim olduğunu bilmeyi çok isterdim. Sırf birkaç kağıt parçasına sahip olmadıkları için kocaman beyinleriyle, güneş fikirli çocukların imkansızlıklar yüzünden, imkansızlara meyil edememesi ve şartları eşitlemek yerine henüz maddi olarak doyum noktasına ulaşmamış, her gün sahip olduğundan daha fazlasını elde etme hırsında boğulmak üzere olan insanların egolarını tatmin etmekle uğraşıyoruz. Üstünlük savaşları yüzünden yok olan binlerce can… Renkli festivallerde eğlenip boyayla ıslanması gereken çocuk yüzleri ailesinin kanıyla ıslanıyor, süt içmesi gereken bebekler yağmur suyunun dudaklarını ıslatmasına duacı, sırf insanların çirkin yaklaşımları ve aşağılamaları yüzünden siyahi bir çocuk intihar etmek istiyor, kıyıda kumdan kale yapması gereken çocuk, bottan düşüp kıyıya vuruyor… “Dünya adaletsiz çocuk! Dünya zorba. Elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.” Diyor, Sevgili Nazım … Layığıyla özetliyor. İnsanlık sınavından kalmak üzere olduğumuz bir çağdayız. Herkesin eli kalbinde, eşitliğin kaçınılmaz olduğu bir dünya mümkün. Bir gün ortak insanlık paydasında buluşacağımıza inancım hala var. Ve gökyüzü hala hepimizin…