Lavinya Dergisi

SORU İŞARETLERİ
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

En son ne zaman hissettiniz yağmur damlalarını yüzünüzde? Her birinde ayrı bir sevincinizi, ayrı bir hüznünüzü taşıyan o küçücük damlaları en son ne zaman biriktirdiniz avuçlarınızda? Tıpkı dua eder gibi arınmayı dileyip ne zaman sürdünüz yüzünüze rahmeti? Belki de yağmurun en son ne zaman yağdığını bile hatırlamıyor insan. İçimiz o kadar kuru, o kadar çorak... En son ne zaman ayaklarınızı kesti yerden rüzgar? Ne zaman sizi aslında neyin iteceğini bilmediğiniz uçurumlara sürükledi? Arkanıza baktığınızda hiç kimseyi bulamazsınız ama aşağıya baktığınızda düşmenizi bekleyen onlarca insan sayarsınız. Bu ne uçurumun fenalığı ne de sizi oraya getiren rüzgarın acımasızlığıdır. Bu her zaman yanınızda olacağını sandığınız insan fazlalığındandır. En son ne zaman yaktı teninizi güneş? Ya da güneş en tepedeyken, belki temmuz ortasındayken, ne zaman üşüdünüz? Bir süre içinizi ısıtıp sonra size buz gibi gelen şeyleri kaç gece düşündünüz? Her gün güneşe döndürseniz bile içinizi, asla gözlerinizin çıplaklığıyla bakamayacağınız gerçeklerin ateşiyle yakar sizi. En son ne zaman baktınız yıldızlara? Beton yığınlarının arasından en son ne zaman aradınız o pırıltıyı? Ne gökten damla damla düşen yağmur ne sizi istemediğiniz yerlere sürükleyen rüzgar ne de sizi bir alev gibi yakan güneş... Hepsini bir kenara bırakın. Ne zaman şifayı aradınız yıldızlarda? Her biri size göz kırpmayı beklerken siz gözlerinizi kapatmayı tercih ettiniz. Hepsi yaşamınıza umut olmak için her gece gökyüzünden süzülüp pencerenizin camını tıklattı, siz perdeyi çektiniz. Hepsi sizin göğünüzde parlamayı seçti, siz hiçbirini yaşamınıza dahil etmediniz. Sahi, en son ne zaman yaşadığınızı hissettiniz?