Lavinya Dergisi

BİLMEKLE GELEN BİLİNÇLENMEK
İlke Aslı ERDOĞAN

Durupta bakmalı akıp giden zamanda, yaşamdaki ufak detaylara...

Hep bilmek isteriz, her zaman onun için uğraşır, didiniriz. Bir şeyler öğrenince kendimizi bilgili hissederiz. Ama bilmeyiz ki bilmek sonsuz bir nehir gibidir. Bir şeyi bilsek öteki eksik kalır. Bundandır ki ne zaman bir şeyi biliyorum desem, düşünürüm içimden… Bilince üstün sayarız kendimizi diğerlerinden, gururlanırız kendi kendimize bir şeyler bildiğimizden. Bildiğimizi sandığımız zaman bir engel aşmış gibi davranırız, ardından tekrar bir engel çıkar karşımıza ve biz bu sefer aslında o kadar çok şey bilmediğimizi farkına varırız. Bizim buralarda insanlar bir kalıp oluşturmuş kendi aralarında, bilmeyen insan ayıplanıyor genelde, şaşırıyor etrafındakiler sen bir şeyi bilemeyince… Sanki bilenlerin konuşmasına müsaade ederlermiş gibi… Bir de üstüne, sormuyor insanlar kendilerine; Herkes her şeyi bilmek zorunda mı? Diye… Bilmek her zaman fayda da sağlamıyor oysaki, hayatımız çoğu zaman bize zarar verecek bilgileri ve söylemleri aklımızda taşımakla geçiyor. Uzun bir süre fark edemiyor insan kendini… İçindeki ışığın yanmasını bekler gibi zamanını bekliyor anlamak için gerekliliğini. Bense soruyorum bazı zamanlar kendime, bilmek mi daha iyi bilmemek mi? Diye. Sonra küçüklüğüm geliyor aklıma, bir zamanlar hiçbir şeyi bu kadar bilmezdim ve daha mutluydum sanki, bilmediğimde. Büyüdükçe anladım ki; bildikçe bilinçleniyor da insan. Ama bilinçlenmek bilmek kadar mutlu etmiyor hiçbir zaman. Ve İnsan hep bildiğinin arkasına saklandığını anlıyor, ama bilinçlenince ikiyüzlü gerçekleri görüyor. Öyle bir sınav geliyor ki bilmek yetmiyor, bilinçlenmekte gerekiyor. Bilinçlendiğimi fark ettiğimden beri kalbimde bir hüzün geziyor. Yıllar geçtikçe her şey değişiyor. Masum bir pencereden bakamamaya başladığın anda dünya sanki sana sırtını dönüyor. Bunlar çıktıkça ortaya insan bildiklerini de konuşamıyor. Bilmeyenler konuşuyor, bilenler ise susuyor…