Lavinya Dergisi

KOŞUYORUM AMA NEREYE?
Esra YILMAZ

Öyle bir farkındalık ki, bir yanı delilik diğer yanı ise dahilik. Sahi ben hangi yanına savruldum sonunda.

Koşuşturmalarımızın sadece birbirimizi sobelemek için olduğu, rekabetimizin tatlı ve hırssız kaldığı; yani birer oyun çağı çocuğu olduğumuz dönemden, annelerimiz tarafından ödev yapmak için sokaklardan toplandığımız okul çağı çocuğuna geçişle başladı ilk gerçek serüvenimiz.

Şanslı, belki de şanssız olanlarımız, anaokuluyla daha erken bir giriş yaptı bu bitmek bilmez koşuşturmaya. Okuma ve yazmaya çalışmak, ardı arkası gelmeyen ödevler… Aslında bu serüvenin hiç de kolay olmayacağının sinyallerini vermişti bize. Bunu nasıl görebilirdik ki? Ödevlerimizi hızlıca bitirip bineceğimiz bisikletin hayaliyle yaşıyorduk o zamanlar.

Dönemler geçtikçe sınavlar zorlaşıyor ve ödevlerin hiç sonu gelmiyordu. Artık bisiklet sürmek hayal bile değildi. Öğretmenlerin ağzından, ağız birliği yapmışçasına hep aynı sözler dökülüyordu: “İpin ucunu baştan sıkı tutun, kaçırmayın sakın.” Her dönem başında açılışı bununla yaparlardı. Ortaokulda bunun yanına yeni bir şey eklendi: “İyi bir lise, iyi bir üniversite; iyi bir üniversite, iyi bir meslek; iyi bir meslek, iyi bir hayat demektir.” Yaşından büyük sorumluluklar getiriyordu bu söz.

Artık sokağa çıkmanın hayalinin bile uzak olduğu bir döneme geçiş yapmışsındır. Daha bu yaşta masada saatlerce çalışmaktan belin ve boynun ağrımaya başlamıştır. Yaşıtlarınla çözülemeyen sorulardan başka bir şey konuşamaz hâle gelmişsindir. Ve son zannetsen de aslında daha yolun başındasındır. Ve sen şimdiden çok yorulmuşsundur.

İyi ya da kötü, girdiğin ilk büyük sınavdan sonra “Tamam, bitti, nefes alacağım.” dediğin anda aslında durmaman ve daha çok çalışman gerektiği söylenmiştir. İkinci ve üçüncü büyük sınav da senden bir şeyleri götürerek sözde başarıyla tamamlanmıştır.

Lise… “Durabilir miyim artık?” diye çömeldiğin yerden, kollarından kavrayıp yeni bir maraton için seni hazırlamaya hazır bekleyen danışman öğretmenlerin karşılamıştır burada seni. Daha çok test, daha çok kaynak, daha çok sınav ve asla bitmeyecekmiş gibi hissettiren ödevler… Artık daha az gülüyor, stresten ve gelecek kaygısından daha çok ağlıyordun. Çünkü iyi bir hayat için belki de zaten içinde olanı feda ediyordun. Ama bu bir seçim değildi; bu bir sistemdi. Seni, sana sormadan içine dâhil eden bir sistem.

“Sona geldim, biraz olsun dinlenebilirim.” dediğin yerde üniversite de aynı sorunlar ve koşuşturmacalarla sana “merhaba” demiştir. Yani aslında “Artık durup, nefes alabilirim.” dediğin yerde hayat kademesini artırıp zorluğunu yükselterek senden daha çok koşmanı beklemiştir.

Şimdi ise umarım istediğin mesleği yapıyorsundur. Öğretmenlerinin vadettiği o “iyi hayatı” yaşıyor musun? Hayat senin için hangi seviyeye ulaştı, bilmiyorum. Ama ben hâlâ, 6 yaşında saatlerce bisiklet süren o “ben”i özlüyorum. Tek derdimin, bisikletten düştüğümde kanayan dizimin acısı olduğu o sakin zamanı…
Çünkü o zaman, hayatın anlamı düşmekti; şimdi ise sadece yetişmek…