Lavinya Dergisi
YAŞAMAK MI VAR OLMAK MI?
Esra YILMAZ
Öyle bir farkındalık ki, bir yanı delilik diğer yanı ise dahilik. Sahi ben hangi yanına savruldum sonunda.
Yine uyandı; dünden yeni ama aslında pek de farklı olmayan bir güne. Güneş yeniden yorulmadan doğdu üzerine; yine aynı özen, ışıltı ve görkemle. Kuşlar nasıl da heyecanlı ötüyordu… Sanki kulak verse anlatacakları bir şeyler varmış gibi, cıvıl cıvıl ve durmaksızın…
Kediler… Daha tamamı uyanmış değildi. Geçtiği yolda birden fazla uyuyan kedi karşılardı genelde onu. Ama uyanmış ve güne başlamış olanları da vardı tabii. Onlar, acıkmış olan karınlarını doyurmak için ortada gezinip dururlardı. Onlar için de günün telaşı başlamıştı. Şehir hayatı onlar için de yorucu, belki de tehlikeli olmalıydı.
O gün de aynı saatte, aynı duraktaydı. Saatini geçiren otobüsler; geldiğinde durmayan, durduğunda almayan, aldığında ise hayatı sorgulatan cinstendi… Her gün tanımadığı insanlarla fazla yakın ve mecburen samimi giderken aklına hep aynı düşünce geliyordu:
“Büyükbaşlar bile bizden daha konforlu yolculuk yapıyor olmalılar.”
Ve o anlarda hep andan, ortamdan kopup giderdi. Eğer öyle olmasaydı; yaşlı amca ve teyzelerin, gençler tarafından yer verilmediği için söylenmelerine; oturan gençlerin buna karşılık, kendilerinin de yorgun olduğu şeklinde savunma yapmalarına; en az iki bebeğin ağlamasına; ortamın havasızlığından, otobüsün doluluğundan, şikâyet edenlerin seslerine… nasıl dayanırdı?
Kopmak, güzel hayal ve hülyalara süzülmek değildi. Daha çok, tehlike anında ölü taklidi yapan bir canlı gibi, öyle olduğu — daha doğrusu tutunmaya çalıştığı — yerden bir yere dalıp, hatta boş boş bakıp beynini, algılarını bir süre beklemeye alıyordu. Ne zaman zorlanıp tıkansa hep böyle yapardı. Nereden bilebilirdi ki, devamında bunun bir alışkanlık hâline geleceğini…
Bu durum artık ezberden yaşadığı bir hayata dönüşmüştü onun için. Ezbere yapılan konuşmalar, gülüşmeler; ezbere olan alışkanlıklar ve ezbere arkadaşlıklar… Bazen dönüp baktığında ardında birçok gün, birçok gece yok hafızasında. Çünkü zaten hepsi, birbiriyle aynı olan günlerin birleşimi gibiydi onun hayatı. Rengine ne siyah diyebilirdi ne beyaz… Soluk bir gri; belki sonbaharda dalından düşmüş kuru bir dal gibiydi.
Böyle yaşamak, bir kısır döngünün içerisine girmek gibiydi. Girişi, aslında bir kaçış ve nefes alış gibi gelse de çıkışı hiç kolay değildi. Aslında şehir hayatına ve kalabalığa küçük yaşlardan maruz kalmış biri olarak, bu durumun birçok kişide hâkim olduğunu görüyordu. Belki kalabalık yerde yaşamanın, sıkıcı rutinlerin yan etkisiydi — tabiri caizse — robota dönmek. Bu döngüde yalnız olmadığını biliyordu. Çünkü tükenmişliği çok iyi tanıyordu.
Hâlâ çabalıyordu…
Belki bir gün bir zinciri kırmayı başarabilirse…
Hayatın anlamını tekrar keşfedebilirdi.
O zaman artık sadece var olmak değil;
belki gerçekten yaşamak başlardı onun için.