Lavinya Dergisi
İNSAN OLMAK GÜZEL MESELE…
Esra YILMAZ
Öyle bir farkındalık ki, bir yanı delilik diğer yanı ise dahilik. Sahi ben hangi yanına savruldum sonunda.
Oturduğu balkondan, birçok bina, birçok ev, birçok daire gözüküyordu. Birçok hayat…
Kapattı gözlerini sımsıkı… Sol çaprazında, saat erken olmasına rağmen ışıkları kapalı olan evi düşündü. Anne, baba ve yeni doğmuş bir bebekten oluşan bir aile… varsaydı. Derin bir nefes alıp düşünmeye devam etti. Anne, bebeğin uyku düzenine alışmaya çalışmaktan, anneliğe yeni yeni alışmanın verdiği yorgunluktan uyuya kalmıştı. Tam da beşiğin kenarındaki tekli koltukta. Baba ise bunu görüp usulca eşinin üzerini örttü. Ağlayan bebeğin sesiyle annenin uyanmaması için onu alıp diğer odaya geçti… ve ışığı söndürdü… Gözlerini açıp o evin, o ailenin verdiği huzurla balkonunda gülümsüyordu. Bunu sevmişti.
Kapattı tekrardan gözlerini ve tam karşıda bulunan, balkonundan çamaşırı hiç eksik olmayan evi düşündü. Yorgun, bıkmış, belki de tükenmiş bir kadın hayal etti. Çamaşırı nasıl bitmiyorsa, evindeki işleri de hiç bitmiyor; sürekli ve sürekli çalışıyordu. Ama huzur yoktu bu evde. Bu eve memnuniyetsizlik ve şikayet hakimdi sanki. Düşünmeye, hayal etmeye devam etti. Baba, akşam geç saatlere kadar çalışan biri. İş kıyafetlerinin kırmızı olduğunu tahmin ediyordu. Çünkü balkonda ki farklı renk çamaşırlardan bir grubu
hep kırmızı iş kıyafetine benziyordu. Öyledir diye düşündü. Evin babası da en az anne kadar yorgundu aslında. Çünkü ne kadar çalışırsa çalışsın, hiçbir şeye yetmiyor, yetemiyordu.
Bu ev için düşündükleri onu hüzünlendirmişti. Gözünü açtı. Ilıyan çayından bir yudum aldı. Seçim yapar gibi son bir kez etrafındaki evlere baktı. Baktı. Baktı… Ve tam karşı, alt hizasında ara sıra evin engelli çocuğunun sesini duyduğu evi düşündü. Gözlerini kapattı. Engelli çocuğun bir de küçük kardeşi vardı, bunu biliyordu. Kar yağdığı zaman, mutfağın camından dışarıyı seyrederken görmüştü onu. Birbirlerine el sallayıp karın heyecanını paylaşmışlardı.
Derin nefes aldı; bu evin annesi, babası nasıl olur diye düşündü. Annenin sonsuz şefkatini hissetti. İçindeki acıyı da belki. “Bana bir şey olursa kim bakar çocuğuma” karamsarlığını da… Babanın çaresizliğini hissetti. Çocuğunu istemeden de olsa diğer çocuklarla kıyasladığını… Ona içten içe öfkelendiğini. Ama çok da sevdiğini. Ve onun da bize bir şey olursa ona kim bakar diye düşünüşünü…
Açtı gözlerini. Sandığı, varsaydığı, öyle olabilir diye düşündüğü bu üç ev… Gülümsedi, gözünden yanağına süzülen tek damla yaşı sildi. Farklı evler, farklı insanlar. Farklı mücadeleler… İnsan olmak ne zordu. Hissetmek, ne zordu.
Kalktı ve balkonundan mutfağına doğru kafasını eğdi. Ne görüyordu diye düşündü. Kendi yaşadığı evde ne görüyordu. Baktı uzun uzun. Mücadele… Evet, dedi. Her şeye, tüm umutsuzluklara, hissetmenin, insan olmanın verdiği o ağırlığın altında kalmamaya çalışan birinin mücadelesi, direnişi vardı bu evde. Elini şefkatle göz yaşlarıyla ıslanan yanağına götürdü. Kafasını kaldırıp aya baktı. İlk defa, yeni bir düşünce geçti aklından. Her zaman insan olmanın zor olduğunu, ağır olduğunu düşünürdü. O gece ise insan olmak güzel mesele dedi kendi kendine. Hissetmek güzel mesele…