Lavinya Dergisi

KENDİ GÖLGESİYLE YÜRÜYENLER: ‘İSTEMEM! EKSİK OLSUN!’UN PSİKOLOJİSİ
Başak TOHUMCU

İnsanın iç dünyasını anlamak psikolojinin bilimsel misyonudur; o dünyayı ifade edilebilir kılmak ise yazının anlatı gücüdür.

Edmond Rostand – Cyrano de Bergerac
Le Bret:
Cyrano, seni anlamıyorum.
Dostum, neden hep tek başına yürüyorsun?
Düşmanların çoğalıyor, dostların azalıyor.
Neden bir koruyucu, bir ‘güçlü sırt’ aramıyorsun?
Senin yeteneğinle, senin zekânla, herkesin yaptığı gibi birinin kanatları altına girsen…
Çoktan yükselmiş olurdun.

Cyrano:
Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağacın gövdesine dolanan sarmaşık gibi,
önünde eğilip efendi mi diyeyim?
Bilek gücüm yerine onun dallarıyla mı tırmanayım?
İstemem!

Cyrano:
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip, taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!

Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret! Eksik olsun!

Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem! Eksik olsun!

Korkmak, tükenmek, bitmek…
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek… 
Tek başına.
Özgür olmak. 
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak.
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak.
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak.
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

Le Bret:
Ah Cyrano! Bütün bunları yaparken yalnız kalacağını bilmiyor musun?
Bu dünya dalkavukların, sarmaşıkların dünyası…
Senin yolun zorlu, yalnız ve tehlikeli.

Cyrano:
Yalnızlık mı?
Varsın öyle olsun!
Ama ben kendi yolumda, kendi gölgemle yürürüm.
Gerekirse tek başıma savaşırım.
Boyun eğmektense düşmeyi tercih ederim.
Bırak kılıcım parlasın, bırak sözlerim yankılansın…
Hiç kimsenin uşağı olmaktansa, tek başına ölmeyi seçerim!

Edmond Rostand ve Cyrano’nun Doğuşu
   Fransız şair ve oyun yazarı Edmond Eugène Alexis Rostand, 1868 yılında Fransa’nın Marsilya kentinde doğdu. Doğalcılığın ve realizmin sahneleri doldurduğu, Victor Hugo sonrası Fransız tiyatrosunun ağır dramatik yapılarla ilerlediği dönemlerde şiirsellik, idealizm ve kahramanlık duygusu sahneye Rostand ile birlikte yeniden geldi.  Edebiyat tarihinde çoğunlukla “neo-romantik” yazar olarak tanımlanmasının sebebi de budur. 
   Rostand, Cyrano de Bergerac’ı 1897 yılında kaleme aldı. Bu eser yalnızca yazarın değil, tüm Fransız tiyatrosunun da dönüm noktalarından biri kabul edilir.Paris’te Porte-Saint-Martin Tiyatrosu’nda sahnelenen prömiyer, dakikalar süren ayakta alkışlarla, genç yazarın bir gecede ona edebiyat dünyasında geniş bir ün kazandırdı.Ünlü aktör Constant Coquelin, ilk Cyrano’yu sahneye taşıyan kişi olarak; karakterin gözü pek mizacı, uzun tiratları, iğneleyici mizahı ve keskin zekâsıyla öylesine özdeşleşti ki rol, adeta onun üzerine dikilmiş gibi hafızalara kazındı. Aslında oyun, 17. yüzyılda yaşamış gerçek yazar ve serbest düşünür Savinien de Cyrano’dan esinlense de Rostand’ın Cyrano karakteri, doğrudan bir biyografi değildir. Rostand’ın Cyrano karakteri, tarihsel kişilikten çok, hayal gücüyle yoğrulmuş bir kahramanı yansıtır. Özellikle abartılı burun motifi, gerçeğin değil, bir tiyatral simgenin ürünüdür. 
   Rostand’ın amacı, tarihsel bir kişiyi aktarmaktan çok, onun üzerinden “özgürlüğün bedeli”ni, “onurun gölgesinde yaşamak” ile “iktidarın kanatları altında yükselmek” arasındaki varoluşsal çatışmayı sahneye koymaktı. Öyle ki, bu amacın gerçekleştiğini; 1897’de kaleme alınan bu eserin aradan geçen yüzyılı aşkın zamana rağmen hâlâ güncelliğini koruması ve tartışılmaya devam etmesinden anlayabiliriz. Bu kalıcılığın temelinde ise Rostand’ın yarattığı Cyrano karakterinin sıradan bir şair-savaşçı figürü olmanın ötesine geçerek bireyselliğin, değerlerine sadakatin ve toplumsal otoriteye hoş görünme çabası karşıtı duruşun ölümsüz sesi hâline gelmesi yatar.

Tiradın Kalbi: “İstemem! Eksik olsun!”
   Oyunun en unutulmaz bölümlerinden biri, Cyrano’nun dostu Le Bret’in öğüdüne yönelttiği itirazdır. Le Bret, Cyrano’ya herkes gibi güçlü birinin himayesine girerek yükselmesini, düşmanlarını azaltmasını ve dostlarını çoğaltmasını öğütler. İşte bu öğüt karşısında Cyrano, tarihe “İstemem! Eksik olsun!” olarak geçen tiradıyla karşılık verir. Buradaki reddediş yalnızca bir koruyucuyu geri çevirmek değil; aynı zamanda yaşam tarzına dair bir tercih, hatta benliğini inşa eden bir stratejidir.
Tirat boyunca Cyrano, otoriteye hoş görünerek kazanılan şöhreti, kendinden ödün vererek elde edilen başarıyı ve kişiliğini satarak yükselmenin getireceği gücü kesin bir dille reddeder. Bir üstün yüzünü güldürmek için şaklabanlık etmeyi, yeteneksizlere ‘yetenekli’ demeyi ve yalnızca bir dergide adının geçmesi uğruna kalemini satmayı küçümser. ‘Eksik olsun!’ derken ise aslında bir tür değer filtresi uygular: Başarı isterim, ama bu yollardan geçerek değil.
   Böylece tiradın kalbinde şu soru yankılanır: “Büyük görünmek için kim olmak zorundayım ve bu, kimliğimin hangi parçasını kaybetmem demek?”  Cyrano için cevap nettir: Onurunu, gururunu, bağımsızlığını ve kendi gölgesini kaybedecekse hiçbir zirveye tırmanmak ya da zirvede olmak istemez. O, düşmeyi göze alır ama eğilmeyi kesinlikle kabul etmez. Bu duruş, dönemin aristokratik kültüründe cesur ve hatta tehlikeli bir reddediştir. İşte hayranlığın kaynağı da tam olarak buradadır: İnsanların kendi içlerinde bastırdıkları cesareti Cyrano’nun korkusuzca dile getirmesi.
   Klinik psikoloji açısından bu tiradın arkasında derin bir psikodinamik vardır. İnsan benliğini ayakta tutan üç temel psikolojik ihtiyaç olan otonomi, yeterlik ve aidiyet kavramları birbirine karşı denge içinde yaşar. Cyrano, aidiyetin sağladığı güven ve yükseliş fırsatını reddederek otonomisinin bedelini ödemeyi seçer. Burada ‘Ben kimim?’ sorusu ile “Ne pahasına yükselebilirim?” ya da “Kendimden vazgeçmeden nasıl yükselebilirim?” soruları çatışmaya girer.
   Psikanalitik açıdan bakıldığında bu sahne, “öz saygının korunması” olarak yorumlanabilir. Kişi; dışsal değerler (şöhret, unvan, para, görünürlük) ile içsel değerler (dürüstlük, özgürlük, adalet, onur) arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında, kimliğin sürekliliğini korumak için değerlerden yana tavır alır. Bu, yalnızca bireysel bir dik duruş değil; aynı zamanda benlik bütünlüğünü muhafaza etme eylemidir. Günümüz psikoterapilerinde moral injury (ahlaki yaralanma) kavramı sıkça tartışılmaktadır. Kişi, kendi değerleriyle çelişen davranışlarda bulunmak zorunda kaldığında kendine yabancılaşma, suçluluk ve öfke duyguları ortaya çıkar. Cyrano ise bu tür bir yaralanmayı yaşamamak için bedeli en baştan göze alır: Yalnız kalmayı. 
   Bu açıdan tirat, modern psikoloji için adeta bir vaka örneği niteliğindedir. Öz-belirlenim kuramına göre insanın üç temel psikolojik ihtiyacı vardır: otonomi, yeterlik ve aidiyet. Bu ihtiyaçlardan herhangi biri doyurulmadığında, kişinin içsel motivasyonu zayıflar, davranışları dışsal baskılara ve ödüllere bağımlı hale gelir. Özellikle otonomi, yani bireyin kendi kararlarını kendi değerleriyle uyumlu biçimde verebilmesi, motivasyonun sürekliliği ve psikolojik iyi oluş için belirleyici bir etkendir. Cyrano’nun reddedişi bu bağlamda sıradan bir inat değil; kısa vadeli ödüllere yönelmek yerine içsel tutarlılığı, kişisel özgürlüğü ve benlik bütünlüğünü seçen bir öz-belirleme eylemidir. O, toplumsal merdivenleri hızla tırmanma fırsatını geri çevirerek, kendi değerlerine sadık kalmanın uzun vadede çok daha güçlü bir tatmin sağladığını gösterir. Bu nedenle tirat yalnızca edebî bir metin değil, aynı zamanda insanın “kim olmak istediği” ile “nasıl yaşamak zorunda bırakıldığı” arasındaki çatışmanın da evrensel bir temsili olarak ortaya çıkar.
Cyrano’nun tiradı, yalnızca 17. yüzyıl Fransa’sının değil, günümüz toplumlarının da aynasıdır. Bugün de birçok kişi, görünür olmak, bir üst makamın gözüne girmek veya sosyal medyada daha fazla takipçi kazanmak için özünden ödün vermeyi kabul ettiğini göstermektedir. Rostand’ın hicvettiği ‘Mercure’de adım geçsin diye sayıklamak’ tavrı, ne yazık ki günümüzde ‘trend olmak’ ya da ‘bağlantılarla yükselmek’ şeklinde tezahür etmektedir.
   Çalışma hayatında da benzer durumlarla karşılaşılmaktadır. Gallup (küresel araştırma ve danışmanlık şirketi) tarafından yayımlanan 2024 raporuna göre küresel çalışan bağlılığı %21 düzeyindedir. Bu, çalışanların büyük çoğunluğunun işi yalnızca bir zorunluluk olarak yerine getirdiğini ve daha fazlasını yapmadığını göstermektedir. Söz konusu tablo, “sessiz çekilme” adı verilen fenomeni gündeme getirmiştir. İnsanlar, içsel değerleriyle çatışan bir sistemde enerjilerini geri çekmekte, ancak tamamen de ayrılmamaktadır. Bu pasif direnç hâli, Cyrano’nun aktif reddedişi ile çarpıcı bir karşıtlık oluşturur: Cyrano, yüksek sesle “Eksik olsun!” diyerek sahneye çıkarken; günümüz insanı çoğu zaman sessizce geri çekilmektedir.
   Buna ek olarak Edelman Trust Barometer (Edelman Güven Barometresi) 2025 sonuçları, kurumlara duyulan güvenin çarpıcı biçimde azaldığını ortaya koymaktadır. İnsanlar; liyakatsizliğin, nepotizmin (kayırmacılık) ve itaatkârlığın norm haline gelmesini öfke ve umutsuzlukla karşılamaktadır. Popüler kültürdeki “nepo baby” tartışmaları, yani soy bağı üzerinden sağlanan ayrıcalıklar, Cyrano’nun yüzyıllar önce dile getirdiği eleştirilerin günümüzdeki karşılığıdır.
   Günümüzde “İstemem! Eksik olsun!” diyebilen kişiler genellikle yüksek değer bilincine sahip, otonomi ihtiyacı güçlü ve dışsal onay yerine içsel ölçütlere yaslanan bireylerdir. Bu kişiler, çoğunlukla kendi yolunda yürümeyi tercih eder ve sosyal sonuçları tolere edebilirler. Ancak bu durum psikolojik zorlukları da vardır. Toplumsal normlara sürekli karşı çıkmak, kişiyi yalnızlaştırabilir. Dışlanma, destek eksikliği ve sürekli mücadele hali, zamanla tükenmişlik ve depresyon riskini artırabilir. Klinik açıdan bu noktada kritik olan, bireyin yalnızca “hayır” demekle kalmayıp kendisine şefkatli bir yaklaşım geliştirmesi ve sağlıklı sosyal bağlar kurabilmesi önemlidir. Çünkü tek başına kalmak ile yalnız hissetmek biribirinden farklı şeylerdir. Cyrano, tiradında tek başına olmayı seçer, ama günümüzde her bireyin kendi değerlerine sadık kalırken destekleyici ilişkiler kurması, psikolojik dayanıklılığın anahtarı olarak görülür. Bu çelişkili durum, bireyin özgür bir seçimle mi hareket ettiğini yoksa koşullar tarafından seçmeye zorlandığını ayırt edebildiğinde anlam kazanır.
   Klinik psikoloji açısından bu tirat bize şunu öğretir: İçsel değerlerle hizalı bir yaşam, uzun vadede psikolojik sağlamlığı ve kimlik bütünlüğünü korur. Dışsal onay uğruna özünden vazgeçmek ise bir süre sonra başarıyı boş bir unvana, hayatı ise anlamsız bir koşuya dönüştürür. Cyrano’nun mirası, boyun eğmektense düşmeyi göze almak değil, kendi gölgesiyle yürümeyi, kendi sesiyle konuşmayı ve kendi yolunu seçmeyi bilmenin onurudur.

“İnsandan her şey alınabilir, ama bir şey hariç: Kendi tutumunu seçme özgürlüğü.”
– Viktor E. Frankl